Tutunamayanlar 2.0 - Anıl Şakrak
16719
post-template-default,single,single-post,postid-16719,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

16 May Tutunamayanlar 2.0

Bu bir Oğuz Atay yazısı değildir. Keşke bir Oğuz Atay yazısı yazabilecek kadar yetenekli olsaydım…

Hayatta her şey bir şekilde birbiriyle ilgili ve tesadüf diye bir şey yok. Artık buna kesinlikle inanıyorum.
Uzun zamandır yazma konusunda çok tembellik yapıyorum. Gerçi tembelliğimin sadece yazma konusunda olmadığını söyleyebilir ama ispat edemem.

Her hafta sonuna girerken aynı şeyi kendime tekrar eder oldum;

 Bu hafta sonu başladıklarını bitir.

Ama her hafta başı da bir bahane buluyordum.

Cuma akşamı tesadüfen Kaan Sekban’ın gösterisine gittim. İnsan bir gösteriye tesadüfen nasıl gider demeyin, gider.
“Kaan Sekban geliyor bilet alıyorum gideriz” der bir dostunuz. Hatta gösterinin olduğu gün şirkette toplantı yaparken; biz bilet almıştık ne gündü ya diye sorar ve o akşam olduğunu hatırlar ve hatırlatır. İşte böyle bir tesadüf idi benimkisi.

Kim olduğu hakkında bir bilgim yoktu. Keyifli bir gece yaşadım, çok güldüm ama güldüğümden daha çok da düşündüm. Hatta sabah işe geldiğimde, hayattım da ilk kez, bir ünlüye DM’den yürüdüm. Yanlış anlama olmasın, hem gerçekten gösteri de söylediği gibi her mesaja cevap veriyor mu test etmek için, hem de bana düşündürdükleri için teşekkür etmek istedi.
Tesadüf ya işe giderken de uzun zamandır keyifle takip ettiğim “Ortamda Satılacak Bilgiler” podcast’inden nasibime çok güzel bir bölüm düştü.

Yakın zamanlarda üçüncü kez Tutunamayanlar’ı okudum. Bunla da yetinmedim Tehlikeli Oyunlar’ı’ da bir daha okudum.
Aynı kitabı tekrar okuyanlara ya da filmi seyredenlere takılırım ilk seferinde anlamadın mı diye, kendim de aynısını yaparken.
Aslında hep derler (kim der bilmiyorum ama güzel demiş)

Bazı kitaplar farklı yaş dönümlerinde tekrar okunmalı…

Bende ondan yaptım bence ya da siz öyle bilin istedim.

İlk okuduğumda üniversitenin ilk senesiydi ve çevreme uydum okudum. Çok bir şey anladığımı söyleyemem.
İkinci okumam ise 30’lu yaşlarımın başındaydı. Bu sefer biraz daha anlamlandırdım kendimce ama bazı yerleri hala bir türlü kafama oturmamıştı.

40’lı yaşların ortalarındaki okumam da ise artık daha netleşmişti birçok kavram kafamda.

 

Bir edebiyatçı değilim hatta olma gibi bir iddiam da yok. Oğuz Atay ve eserleri üzerine ahkam kesmek veya kelam edebilme yeteneğim olduğunu iddia etmek ise haddimi aşmam demek olur.

Aslında daha önceler vardı yazmak bu yazıyı, hatta adı da “Hala Tutanamamak” olmalı diye diye başlık atmıştım kendime, yazılacak listeme eklemiştim. Ama bir türlü kelimelere bürünmemişti düşünceler.
Ne diyordu Hikmet Benol :

Kelimeler albayım bazı anlamlara gelmiyor.

İşte aynı o durumdaydım, kelimeler bir türlü anlama gelmiyordu.
Dinlenen bir podcast ve seyredilen bir oyun sayesinde bir cesaret geldi bana ve başladım yazmaya.

İşte böyle yazılan ama sonra “daha sonra yazılacaklar” arasında bulutta duran yazı, Muğla’da Gökova Turu sabahı Yalçın Otel’de saat 5’de bitirilmek için beni uyutmadı.
Israr ettim uyumak için ama olmadı. Sonra 5’e doğru bir kuşun sesi ısrarla odamın penceresinde beni uyandırmak için elinden geleni yaptı hatta yetmedi arkadaşlarını da çağırdı.
Sabah ezanı da ona eşlik edince pencereyi açtım, bilgisayarı kucağıma koydum, kuş ve horoz sesleri içinde doğa güne uyanırken kelimeler anlamlara bürünmeye çalıştı.
Oldu mu bilmiyorum.

Yazının ilk kısmına dokunmadım. Sadece başına bir not ekledim. Belki de o not bu yazıyı devam etmeme cesaret verdi. Ben Yıldız Ecevit değilim ki Oğuz Atay üzerine kitaplar yazabileyim. Hatta ilk seferinde okuduğumda hiçbir şey anlayamamıştım, yıllarca okumuş ve anlamış gibi de yaptım. İtiraf edeyim. Belki de ikinci kez de utandığımdan okumuşumdur.

Üçüncü kez ise gerçekten okumam gerektiğini hissettim. Bu okuma sayısı üzerine bu kadar yeter. 50’lilerimin ortalarında ölmez sağ kalırsam bir daha okuyacağım, şimdiden söyleyeyim.

Turgut Özben, Selim Işık ve hatta başka bir dost Hikmet Benol. Özbenini bulabildi mi Turgut? Kendi olabildi mi Hikmet? Işıklar içerisinde Selim Işık.

Yıllarca hep Selim Işık’ı tuttum ben ya da o olduğumu hayal ettim. Ama yıllar içinde aslında bir Turgut Özben olduğumu daha iyi anladım, ama korkak ya da daha olmamış-ham bir Turgut Özben.
Hayallerim, o kurduğum hayallere hep ihanet ettim konfor alanım için. Hala da etmeye devam ediyorum. Adım gibi biliyorum yalnız değilim. Nasıl ad vermişti bize usta: “Disconnectus Erectus” yani “Tutunamayan”.

Ama Turgut Özben sonunda zincirlerini kırabilmişti, ipini koparabilmişti. Ben ve benim gibiler hala gelecek güzel günlere inanıyorlardı. Oysa usta yine çok net söylemişti de biz dinlememiştik;

İyi şeyler birdenbire olur; bu kadar bekletmez insanı. Sürüncemede kalan heyecanlardan ancak kötü şeyler çıkar. Ya da hiçbir şey çıkmaz.

Peki bu kuş, sabah ezanı ve horoz sesleri ile güne uyanan Muğla bana ne etti?
Yatakta, kalmamak için direnirken, gözlerim kapalı şu zamana kadar yazdıklarımı düşündüm.

Her şey önce İpini Koparamamak ile başlamıştı. Sonra Hiçbir yere ait olamamak kaygısı vurdu kıyıya. Bir akşam, saçma yaşanan bir akşam ne zaman mutlu olmayı unuttuğumuzu sorgulattı bana. Sonra bir tatlı Huzur almaya çalıştım. Deniz kızı girdi düşüme ve Gitmek istedim. Gide gide Maskeli Baloya gittim. Hayatta bulamadığım (hala arıyorum) ama İş’te Anlam Arayışına”girdim.

Tecrübelerimi masaya yatırdım, Yarının düne ihtiyacı var mı diye sordum.

Zamanı tutamadım, Geçen bir yılın ardındanyılın son gününü değerlendirdim.

Safralardan nasıl kurtulurum diye sordum kendime ama yine kurtulamadım.

Değerlerimi sorgularken delilere danıştım. Kafamın içinde Pinhani’den “Ben ne zaman büyük adam olacam” şarkısı çalarken ne zaman büyüyecem de Serdar Kuzuloğlu olacağımı sordum kendime. Sonra Dönüm noktalarım geldi aklıma ve Kaybolan Yıllarıma bir alka seltzer kaldırdım.

Bir ustadan başka bir ustaya selam olsun. Ne demişti İlhan İrem :

Tamamlanınca eksik kalıyor bir şeyler…

Gün doğdu, birazdan Gökova turu başlayacak. Muğla’dan yola çıkıp Sakar’ı inip Akyaka’dan Akbük’e pedal basacağım.

Bir elimden ayna bir elimde Cımbız, umrumda olmayacak dünya. En azında bir süre.

O kadar  sürç-ü lisan ettik ki af olur inşallah.
Bir sonraki yazıda bir gün görüşmek umuduyla,
Hadi Eyvallah…

 

No Comments

Post A Comment