Yaş Değiştirme Gününde Çocukluk Düşleri Kurmak - Anıl Şakrak
16824
post-template-default,single,single-post,postid-16824,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

17 Oca Yaş Değiştirme Gününde Çocukluk Düşleri Kurmak

Bir yaş değiştirme gününe gelen öylesine bir yazı daha…
Onlarca bahane var yazamamam için.
Ama adı üstünde “bahane bunlar bahane”.

Hayat siz planlar yaparken başınıza gelenlerdir.

demiş John Lennon abi.

İşte böyle bir yaştı benimkisi; eskisini verip yenisini alırken kayda geçsin istedim yaşananlar.

Birkaç iş değiştirdim hatta bazı arkadaşlarım ara ara şimdi nerede çalışıyorsun diye takıldılar.
Benim için çok kolay olmadı ama şartlar öyle gerektirdi.
Hatırlayın ne dediğini John abinin.

Ölümler oldu, doğumlar oldu, tıpkı sevinçler ve hüzünlerin olduğu gibi.
Yaşama dair ne varsa tekmili birden yaşandı.

Ne de iyi olmuş hepsi yaşanmış ki bana da yazacak mevzu çıkmış.

Geçen bir yılın sonunda gelmek istediğim yerde miyim?
Aslında buna nereden baktığımıza bağlı birazda;
Geçmişten bakarsam cevabım kesinlikle hayır ama şu andan bakarsam güzel bir yerdeyim.

Klasik eski yılın tortularını yeni yıla taşırken elime bir yerlerden aldığım bir not düştü;
Dücane Cündioğlu’nun 2016 Temmuz Ot Dergisi 41. Sayısından.

Çıplak olarak ölü bulunduğunda Romy Schneider’in avucunda sıkışmış bir kağıt parçasından babası Wolf Albach-Retty’nin bir zamanlar kendisine yazıp bir yaş gününde hediye ettiği şu sözler okunuyordu:

“Steck deine Kindheit in die Tasche und renne davon,
denn das its alles, was du hast!”

Almanca ile ilişkim çok sıkıntılı, malum Yüksel Çakmur zamanında 15li yaşlardaydım.
Geceleri herkes yattıktan sonra karanlık salonda sesi kısık televizyonda siyaset meydanı kamuflajında RTL, SAT1 ve PRO7 seyretmiş bir nesilden geliyorum.
Dudak okuma yeteneğim o günlerden miras !

Neyse çok sulandırmayalım alıntıyı…
Kısaca anlamı şu:

Çocukluğunu cebine sıkıştırıp kaç buralardan,
çünkü sadece senin olan tek şeydir o!

50 yaşına yaklaşırken son viraja girişte aklıma düştü bir anda çocukluğum,
Her şeye ve herkese rağmen yaşatmaya çalıştığım çocukluğum.

Çocukluktan dem vurunca şarkılar evren yanıltmadı yine beni; Dilime Su Soley’den “Dengesizim” şarkısı takıldı.
Ne diyordu şarkı da;

Gezdim durdum bin bir kapıGörmedim tek bir akıllıÇocukken ne güzelmiş hayatBir geri dönsem olmaz mı ya?

Bende bir düş gibi, 50liler kulübüne girmeden, bu son virajda onu yazmak istedim.
Malum hayat zor, şartlar her geçen gün ağırlaşıyor.
Ben elimde geleni ardına koymadan yaşatmaya çalışıyorum o veledi, ama seneye ne olur bilmiyorum.

Eski bir “yaş değiştirme töreninde”, ilk blog yazımda alıntılamıştım bunu;

Düşünüyorum da biz büyüyerek çocukluk etmişiz.

demiş Turgut Uyar.

Hayır Turgut Baba, katılmıyorum sana, çocukluğumu saklayarak büyükmüş gibi rol yaptım ben.
Hayat sahnesinde;

Bazıları seyrederken hayatı en önden, ben kendime bir sahne buldum oynadım.

Sana da selam Nietzsche Baba, ne geldiyse başıma seni ve senin gibileri okuduktan sonra geldi.
Ama çok da iyi geldi…

Kimileri görebildi o çocuğu, ki onlar da çocuktular aslında tıpkı benim gibi.

Hem zaten ben İkinci Yeniler’den Edip Babayı senden daha çok seviyorum.

***

Yıllar hızla geçiyor, teknoloji beynimizden daha hızlı ilerliyor.
Artık hep büyük hayallerin peşinde koşuyoruz ve de hiçbir şeyden tatmin olmuyoruz.
Çünkü ne aradığımızı, neyin peşinde koştuğumuzu bilmez olduk.
Anlamsız şeyler satın alarak ve bunları paylaşarak sanal hayatlar yaşıyoruz.

Bu arada aklıma düştü bir anda Nietzsche’nin bir sözü, görüyorsun değil mi Nietzsche Baba, beni bu güzel sözlerin mahvetti.

Bu da dahil tüm genellemeler yanlıştır.

Artık siz nasıl kabul ederseniz…

***

Bende bu aklıma düşen çocukluğun peşine takıldım; o masum , hayalperest çocukluğun.

Mesela;
Oyuncak tabancamla kovboyculuk oynarken mermim biterse diye tahtadan yapılan bir bıçağın kemere takılması,

Ya da soğuk bir kış günü eve dönerken, nefesinin yarattığı dumanla oyunlar oynayan ve burnuna gelen evlerin bacalarında tüten odunun is kokusu,

Eve geldiğinde sobanın üstünde yakılan mandalina kabuklarının kokusuna eşlik eden kaynayan ıhlamur çaydanlığı.
Şimdilerde ısıtıcısı da kaynatılan su içine atılan ıhlamurlar da bu koku yok, endüstriyel ıhlamur özlü içeceklerden bahsetmeye gerek bile yok.
Su hep aynı sıcaklıkta kaynıyor, ıhlamur aynı ağaçta yetişiyor ama bir şey eksik kalıyor, o tadı vermiyor.

Bilardo oynamak için gittiğimiz, yaşımız tutmasa da bizi idare eden kahvelerde verilen oralet ve tarçın çayını zaten unuttuk.

***

Bundan 4 sene önce ilk blog yazdığımdan beri toplam 1.461 kere güneş yeniden doğdu ve tabi ki de battı.
Çok da beni takmıyor, kafasına göre takılıyor ve insana “çok da takılma” diyor.

O gün baktığımda ortalama insan ömrü 78 yılmış, bugün baktım erkeklerde 74.8 yıla düşmüş.
Ek bilgi – bir erkek yakarışı – kadınlar erkeklerden 5,5 yıl daha fazla yaşıyorlar.

4 yıl önce 33 yıl daha ömrüm var diye yazmışım, Matematiksel olarak 29 yıl olması gerekirken artık istatistiksel olarak 26 yıldan biraz az kalmış.

Son 5 yılda 7 yılı aşkın yaşlanmışım yani başka bir deyişle…
Geriye dönüp bir bakınca haksız da değil istatistikler, neler sığdı şu son 4 seneye.
Neyse oralar girmeyelim şimdi zaten zor çıktık. (çıktık mı acaba?)

Ne diyordu Nietzsche, hatırlayalım ;

Bu dahil tüm genellemeler yanlıştır.

Seviyorum seni Nietzsche…

***

Bu sene yeni yaşımı bir satın-alma şartnamesi ile almaya karar verdim.

Anıl Bey ; Ne olacak bu  analitik düşünce tarzınız ve ne yazık sizinle birlikte onu da yaşayan insanlara! 

İç sesim de geldiğine göre yazıyı toparlayabiliriz.

Satın-alma şartnamesi ile bir plan yapıyor gözükerek John abiyi haklı çıkarma riskimim farkındayım ama ona sürprizlerim var.

Ne alıntılamıştım daha önce;

Herkesin bir hikayesi vardır ama herkesin bir şiiri yoktur.

Basit bir plan yaptım; Borges’in “Anlar” şiirindeki gibi yaşayacağım.
Tabi ki sorumluluklarımın ve de görevlerimin farkındayım.
Ama bunları da o şiir gibi yaşayacağım.

Peki sürpriz ne, nasıl şaşırtacağım hayatı?

Plan basit: “Tersyüz”
Yıllar önce bıraktığım bir davranış şekli, çocukluğumdan kalan.
Eskiden, ne zaman bir dejavu yaşasam, bir sonraki hareketim neyse tam tersini yapmaya çalışırdım. Yaş aldıkça otomatiğe bağladığımı fark ettim.
Yıllardır “Aklımın ipiye gönlümün kuyusuna inmeye” inandım ve bunu denemeye çalıştım hep ama bu sefer bir değişiklik yapmaya çalışacağım.

Gönlümün merdivenini aklımın duvarlarına dayayacağım. Tabi ki hep olamayacak bu ama ben her seferinde deneyeceğim.
Tıpkı her dejavu de ters yapmaya çalıştığım gibi.

***

Yaş değiştirme gününden bir gün önce, sosyal medya yine şaşırtmadı beni ve bir hikayeye denk geldim o dipsiz “reels” okyanusunda kaybolurken;

Zerre içinde Zerreyim ben
Ben kendimi bilmez miyim?
Yani işin sırrı kendini bilmekte
Değişmek istiyorsan bileceksin kendini!
Neyi Terk ettiğini bileceksin
Neyi terk ettiğini bileceksin ki,
Neye kavuşmak istediğini bilesin.
Şimdi düşünüyorum da…
Bırak bilmeyi
Ben aslında hiç öğrenemedim kendimi… 

Aşık Daimi’nin “Ben Kendimi Bilmez miyim” adlı eserine Haluk Bilginer’in eklemeleri ile ortaya çıkmış bir şaheser.

Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola,
Eyvallah…

No Comments

Post A Comment