Özgeçmişini... - Anıl Şakrak
16702
post-template-default,single,single-post,postid-16702,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

21 Şub Özgeçmişini…

“Özgeçmişinizi paylaşabilir misiniz?”

Özgeçmişle ilk tanışmam üniversitenin son senesi, kariyer günlerinde bu soru ile oldu.

İlişkimizin 23. Yılını kutluyoruz bu sene. O yıllarda üniversitenin son senesinde hazırlanırken, şimdi lise seviyesinde bile talep edilebiliyor. Üniversite öğrencileri artık staj başvuruları için özgeçmişlerini hazırlıyorlar.

Bir çalışma arkadaşımın Linkedin’de özgeçmiş ile ilgili bir paylaşımını okuyunca çağrışım yaptı, bu 23 yılı aşan ilişkimizi yazıya dökeyim istedim.

En baştan bir beklenti oluşmaması için; “özgeçmiş nasıl hazırlanır” sorusuna bir cevap arıyorsanız, bu yazı da aramayın çünkü yok.

***

Özgeçmiş’i internet “auto biography” olarak çeviriyor. Bu çeviri açısından bakınca “herkes kendi otobiyografisini yazıyor ve sürekli güncelliyor” anlamı da çıkarılabilir.

“Curriculum Vitea” yani kısaca CV ‘yi incelersek ise olay biraz daha karışıyor. “Curriculum” latince bir kelime olup koşu, yarış, seçilen yol, ardarda gelen olaylar dizisi ve koşu sahasında bir tur anlamları var. “Vitea” ise yaşam, iş geçmişi ve yaşam biçimi anlamlarına sahip. İkisinin birleşimini hayat yarışı veya yaşam yolu olarak anlamlandırabiliriz.

İnternetin yalancısıyım “yaşam özgeçmişi” olarak ilk kez 1050’de kullanılmış. Benim 20 yılı aşkın ilişkim bu sürenin yanında lafügüzaf. Yirminci Yüzyılın başında ise hız modasına uyup kısaltılarak CV olarak kullanılmaya başlanmış.

Tabi bir de “resume” konusu var. “Resume” fransızca kökenli bir kelime, “resumer” filinden geliyor, hayatının özetini çıkarmak yani.

***

Daha önce de belirttiğim gibi 23 yıldır özgeçmişle düzeyli bir ilişkim var; Özgeçmiş verdim, özgeçmiş aldım. Bir IK’cı olmasam da binlerce özgeçmiş inceledim. Onlarca kez de özgeçmişimle değerlendirildim.

Bir A4 kağıt parçası ve içinde yazılanların kişinin geleceğini nasıl etkilediği beni her zaman kaygılandırmıştır;
Bir sayfada kendinizi pazarlamaya çalışıyorsunuz ve herkesle -sıra dışı örnekleri gözardı edersek- aynı formata uymak zorundasınız. Hatta birçok şirket, başvuru formlarıyla sizin özgeçmişinizi kendi normları içinde standartlaştırıyor.

Nedir bu bizi standartlaştırmaları diye isyan etmek geliyor ama ne çare…

***

Şimdiler de, yapay zeka verilen kriterlerle ilk elemeyi yapıyor. İlk elemeyi geçerseniz ek testler ile elemeler devam ediyor.
Daha sesinizi duymadan, yüzünüze bakmadan, IK uzmanı ya da danışman sizin bir sayfaya sığdırmaya çalıştığınız bilgiler ışığında, sizin hakkında ilk kararını veriyor.

Bunu eleştirirken pratik olarak her özgeçmiş sahibi ile yüz yüze yapılabilecek bir görüşme trafiğinin, işe alım sürecini ne kadar uzatacağının farkındayım.

IK’cı dostlarım, testlerin, aday/yetkinlik-görev tanımı denkleminde, ne kadar başarılı çözümler ürettiği konusunda beni ikna edeceklerdir ellerindeki veriler ve araştırmalarla. Bir mühendis olarak onlarla bu detayı tartışacak yetkinliğe de sahip değilim.

Bunları yazarken şöyle bir düşündüm de, ne kadar mühendis kökenli IK’cı ile çalışmışım.

***

Ben başka bir açıdan bakıyorum konuya, biz bir pozisyonu doldurmak için aday ararken, birçok başka potansiyeli kaçırıyor muyuz?

Bence evet. Tabi ki istisnalar kaideyi bozmaz, çalıştığım bazı IK’cılar farklı bir bakış açısıyla bakabiliyorlar. Hatta benim de bir kere başıma gelmişti. A pozisyonu için görüşürken Z pozisyonunu konuşur olmuştuk. Z pozisyonun beklenen yetkinlikleri ile ilgili hiçbir deneyimim yokken görüşmeyi gerçekleştiren kişi bu yetkinliğimi keşfetmişti.

Her firma, belki de bu standart uygulama yüzünden birçok fırsatı kaçırmakta diye düşünüyordum ama bir çözümüm de yoktu.

Hatta başladığım yazıyı nasıl tamamlayacağımı düşünüyordum. Büyük bir ihtimalle bu yazıda “pişmemişler” arasına girecek derken, tıpkı Tolstoy’un dediği gibi oldu;

Tüm muhteşem hikayeler iki şekilde başlar. Ya bir insan yolculuğa çıkar ya da şehre bir yabancı gelir.

ve IK müdürümle beraber kısa bir yolculuk yaptık.

***

Her başvuran aday ile görüşmek zaman açısından mümkün değil ve de standartlaştırılmış bir veri havuzunun bilgisayar desteği ile taranıp, pozisyona  en uygun adaylar ile görüşme ayarlanması, halihazır da en hızlı ve de en doğru çözüm gibi duruyor. Bu yöntemde hemfikirdik ama bir şey hala eksikti;

Açık bir pozisyonu kapatmaktan bir adım öteye gitmeliydi bu süreç, işe doğru insan doğrultusundan insana doğru işe evrilmeliydi belki de.

Ben lisede okurken rehber öğretmen uygulaması vardı; rehber öğretmenimden bir destek aldım mı hiç hatırlamıyorum. Genelde cuma günü son dersler rehberlik dersleri olurdu yani boş geçerdi.

Üniversite de ise rehber öğretmeninle ders seçimlerimi onaylatmak için peşinden koşmalarımı saymazsak, hiçbir muhabbetim olmadı.

Tabi ki bunlar benim deneyimlerim, şu anda kızımın rehberlik hizmetinden çok güzel faydalandığını gözlemliyorum. Üniversiteler hakkında çok bilgim yok ama umarım benim yaşadığım tecrübeleri yaşamıyorlardır geleceği emanet ettiklerimiz.

Tüm adaylar ile yüz yüze görüşemiyor ve onların yetkinliklerini tanımadan kaçırabiliyorsak acaba bir önceki sürece gidebilir miyiz diye bir soru belirdi kafamda bu yolculuk sırasında; Üniversiteler ile daha farklı bir ilişki içerisine girerek, öğrencileri daha mezun olmadan tanımak, onlara yol göstermek hatta onlardan yol öğrenmek mümkün olabilir mi?

Amacım üniversite sanayi işbirliği içerisinde bir koçluk programı yaratmak değil, bildiğim kadarı ile bunlar zaten var.

***

Hikaye muhteşem mi oldu bilmiyorum ama o gün, o yolculukta , Ogün’le yani IK Müdürümle çok basit bir bir hayal kurduk.

En sevdiğim filmlerden biridir “Pay it Forward”, Türkçe ismi “İyilik Bul, İyilik Yap” idi yanlış hatırlamıyorsam. Kevin Spacey ve Helen Hunt’un oynadığı basit, basit olduğu kadar da en azından benim için anlamlı bir filmdi.

Bunları yazarken fark ettim, ne kadar çok filmi seviyor ve bunları hep bir konu ile ilişkilendirebiliyormuşum.

6. His filminde tanıdığımız çocuk star Haley Joel Osment, bitirme ödevi olarak 3 kişinin hayatını değiştirecek bir iyilik yapma projesi geliştirir. Sistem tipik bir saadet zinciri gibi çalışır, kendisine iyilik yapılan karşılığında 3 kişinin hayatına etki edecek bir iyilik yapmak zorundadır.

Bu fikir ya da saadet zinciri, “çalışacak adam bulamıyoruz” diye serzenişte bulunan bizlere bir çare olabilir miydi? Ya da “çalışacak adam olamayan” yeni mezunları anlamamıza fayda sağlayabilir miydi?

Bu sorulara da cevaplarım yok ama denemeye değer olduğunu düşünüyorum.
Profesyonel hayatın dişlilerinde irili ufaklı rol alan, belli bir tecrübeye ulaşmış, her yöneticinin bu saadet zincirine katılarak 2.sınıftan mezuniyetine kadar 3 öğrencinin hayatlarına dokunması gerektiğine inanıyorum.

En güçlü kaynağımız olan ve elimizden kayan insan kaynağımızı korumak ve geliştirmek üniversiteler kadar, bizlerin de görevi. Bunun için ayıracağımız yatırımın geri dönüşünün çok hızlı olacağına tüm kalbimle inanıyorum.

Böyle davranan tanıdığım yönetici dostlarım var ama bu Don Kişot’ların sayısının artması lazım. Unutmamalıyız Bertolt Brecht ne güzel söylemiş;

Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz. 

Amerika Başkanı dahil herkese haber verin, ben bu yola çıkmaya hazırım ve yanıma yoldaşlar arıyorum. Aklımla ve kalbimle haykırıyorum:

Bağır bağır bağır
Bağırıyorum
Koşun kurşun eritmeye çağırıyorum
O diyor ki bana
Sen kendi sesinle kül olursun ey
Kerem gibi yana yana

Ben diyorum ki ona
Kül olayım Kerem gibi yana yana
Ben yanmazsam
Sen Yanmazsan
Biz Yanmasak
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.

Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola, bir sonraki yazıda görüşmek üzere, Eyvallah…

 

 

 

No Comments

Post A Comment