Huzur - Anıl Şakrak
15670
post-template-default,single,single-post,postid-15670,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

08 Mar Huzur

“Bir tatlı huzur almaya geldik Kalamış’tan
Ah Kalamış’tan”

Güftesi Behçet Kemal Çağlar’a, bestesi ise Münir Nurettin Selçuk’a ait hepimizin en azından bu 2 dizesini bildiğimiz şarkıdan aldım bu haftaki yazımın başlığını. Nihavent makamında bestelenen şarkının yazılma hikâyesi anlatılmaya değer. Hikâyeyi Suat Yener’in www.musikiklavuzu.net sitesinde okudum ve paylaşmak istedim.
Münir Nurettin Selçuk üstadın Kalamış’ta yalnız kendisinin şarkı söylediği bir kulübü varmış, üye olunarak girilen kulüpte, yemek ve meze servisi yokmuş, yalnızca viski servis ediliyormuş.
Üstat, şimdilerde moda olan viski kulüplerinin atasını yıllar önce kurmuş ama yeni haberimiz oldu.
Dostu, Behçet Kemal’den içinde Kalamış geçen bir şiir yazmasını istemiş, bir türlü şiire başlayamayan dostunu motive etmek için de, onu bir akşamüstü sandalla Kalamış’ta gezmeye davet etmiş. Bir ilham perisi ile Kalamış’ta yapılan bir sandal sefası sonucunda bu şiir ve sonrasında bu beste çıkmış.

https://youtu.be/FcVQIZlAZlA

Hikâyenin sonrasını Suat Yener’in, Şarkının Gözyaşları kitabında okuyabilirsiniz. Kolaylık olması açısından sayfa 117 de burası anlatılıyor.

Behçet Kemal hakkında bir ek bilgi daha; Faruk Nafiz Çamlıbel ile beraber 10. Yıl Marşı’nı yazmışlardır.

Münir Nurettin Selçuk’la ilgili ufak bir anekdot eklemeden geçmeyeceğim; Burcu ile birlikte Timur Selçuk ve Nükhet Duru ’nun konserine gitmiştik. Biletleri aldığımdan konser başlayana kadar bir hoşnutsuzluk var idi onda. Ama konser başlaması ile birlikte hepsi yok oldu gitti tabi ki. Konserin ne kadar efsane olduğunu anlatmayacağım, ya da Timur Selçuk’un “babacığım hep böyle zor eserler yarattı” diye esprili bir serzenişten (!) sonra “Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın” eserini nasıl kusursuz seslendirdiğini de. Bahsedeceğim bir baba ile oğul arasında olan ve beni çok etkileyen bir diyalog, Timur Selçuk babasına neden ona yurtdışından gelen Opera Sanatçısı tekliflerini kabul etmediğini sorduğunda aldığı cevap;
Eğer kabul etseydim, Opera söyleyen bir Müslüman, Türk olacaktım ama şimdi Türk Musikisinin Münir Nurettin Selçuk’u oldum demiş. Bu sözler beni o an nasıl etkilediyse şimdi de etkiliyor. Ülkesi için bir şeyler yapmaya çalışan tüm aydınlara selam olsun buradan.
Bu arada “Beni Kör Kuyularda Merdivensiz Bıraktın” şiiride Ümit Yaşar Oğuzcan’ın intihar eden oğlu Vedat’a yazdığı şiir olduğu söylenir her ne kadar yazılma ve intihar tarihi arasında tartışmalar olsa da…

Konuyu bu kadar dağıttıktan sonra bakalım nasıl toparlayacağım. Başlığımıza dönelim; Huzur. Peki, nedir huzur, şarkıda söylendiği gibi Kalamış’a gidip alabilir miyiz?

Huzur konusunda kendim dâhil (evet kendimle konuştuğum doğrudur, niye şaşırdınız) kimle konuştuysam , herkesin onu aradığını görüyorum. Peki, ne aradığımızı biliyor muyuz ya da başka bir deyişle eğer aradığımızı bilmiyorsak bulduğumuzu nasıl anlayacağız?
İşte bu sorular beni yola koydu ve yıllardır aklımda olan soruları, şu ana kadar bulabildiğim cevaplarımla sizlerle paylaşmaya ve sonrasında sizlerden geleceklerle yeni sorulara yelken açmaya karar verdim bu hafta.

Vira Bismillah…

Arapça kökenli bir sözcük “huzur”; Sözlükte, insanın içinde duyumsadığı rahatlık duygusu, gönül rahatlığı, iç rahatlığı, baş dinçliği, rahatlık içinde bulunma durumu, dinginlik, çekişmesizlik diye açıklanmış .
Erinç’te Türkçe karşılığı.
Makam, yer anlamında da kullanılıyor ama bu anlamı konumuz değil.
Peki, bence huzur ne? Öyle tek bir anlamı yok huzurun. Ayrıca bence huzur öyle sürekli sahip olunması gereken bir durumda değil zaten sürekli huzurlu olursan bir süre sonra huzursuz olursun.

Bursa’da yaşarken evimizin çevresinde tek katlı-bahçeli çok ev vardı rantsal dönüşüme girmemiş olan. Bu evlerde ısınma odun sobası ile yapılırdı. Kışın akşamları, servisten inip soğuk havada atıştıran kar eşliğinde eve doğru yürürken, baca dumanından çıkan isin kokusunu duymak bana acayip huzur verirdi. Hala ne zaman soğuk bir kış akşamında odun sobasından çıkan isli dumanın kokusunu duysam, içsel bir rahatlık, bir huzur hissederim. Ondandır mı bilmem ama Islay Single Malt’larını çok severim. (konuyu dağıtmayalım Anıl Bey).
Maalesef bu fırsatlarım oldukça azaldı malum yaşadığımız ortamlarda rantsal dönüşümler tamamlandı ve artık elektrik veya doğalgazla ısınmaktayız.
Yine Bursa’dan bir anı; sabah servisler 7.30 gibi varırdı fabrikaya ve binlerce insan turnikelerden geçer ve ofislerimize doğru yürürdük. Bir gün yine bu yürüyüşümüz sırasında CD-çalarımda Patricia Kaas’ın “Rendez-Vous” adlı 1998 yılına ait canlı albümünün “Les Hommes Qui Passent”şarkısı vardı. Şarkının çıkışı harikadır. O çıkış sırasında tüm o yürüyen insanları bir anda siyah-beyaz görmeye başladım. Ben hariç her şey siyah-beyaz olmuştu. Onlar robot gibi yürürlerken ben ise yanlarından uçarak geçiyordum sanki. O an hissettiğim dinginlik, huzur anlatılamazdı.

Anlatabildim mi acaba; huzur sürekli sahip olunan bir ruh hali değildir bence. Sağlıklı, zengin ve mutlu olmanız sizin huzurlu olmanızı sağlamaz. Huzurlu bir hayat yaşayabilirsiniz ama benim gibi huzurlu olduğunuz anları hatırlayın desem, bir kaçını hatırlarsınız ve hatırladıklarınız ne kadar sıra dışıdır?
Ben ne mi yapıyorum? Huzurlu bir hayat yaşamaya çalışıyorum ama huzurlu olduğum anları hatırlamakta zorluk çektiğim doğrudur ve hatırlayabildiklerim ise yukarıda paylaştıklarım gibi basit ama benim için önemli anlar.

Mutlu olduğumuzda huzurlu mu oluruz yoksa huzurlu olduğumuz için mi mutlu oluruz? Aklıma en çok takılan sorudur bu. Yukarıda paylaştığım her iki anda da mutlu olduğuma dair hiçbir şey hatırlamıyorum hatta ikincisinde sabahın köründe çalışmaya gidiyorum ama hissettiğim huzur beni çok mutlu etmişti sebepsizce.

Yine kıssadan hisse bir hikaye ile toparlayalım yazıyı;
“Halkı tarafından çok sevilen bir kral, huzuru en güzel resmedecek sanatçıya büyük bir ödül vereceğini ilan eder. Yarışmaya çok sayıda sanatçı katılır. Günlerce çalışırlar, birbirinden güzel resimler yaparlar, eserleri saraya teslim ederler. Tablolara bakan kral sadece ikisinden hoşlanır. Ama birinciyi seçmesi için karar vermesi gereklidir. Resimlerden birisinde bir göl vardır. Göl, tıpkı bir ayna gibi etrafında yükselen dağların görüntüsünü yansıtmaktadır. Üst tarafta pamuk beyazı bulutlar gökyüzünü süslemektedir. Resim, bakanlara mükemmel bir huzur hissi verecek kadar güzeldir. Diğer resimde de dağlar vardır. Ama engebeli ve çıplak dağlar. Dağların üstündeki öfkeli gökyüzünden boşanan yağmurlar ve çakan şimşek ise resmi daha da sıkıntılı bir hale sokmaktadır. Dağın eteklerindeki şelale insana gürültüyü, yorgunluğu hatırlatacak kadar hırçın resmedilmiştir. Kısaca resim, pek de öyle huzur verecek türden değildir. Fakat kral resme bakınca, şelalenin ardında kayalıklardaki, çatlaktan çıkan mini minnacık bir çalılık görür. Çalılığın üstünde ise bir anne kuşun örttüğü bir kuş yuvası göze çarpmaktadır. Sertçe akan suyun orta yerinde anne kuşun kurduğu yuva izleyenlere harika bir huzur ve sakinlik örneği sunmaktadır.
Ödülü kim kazandı dersiniz?
Tabi ki ikinci resim… Kral bunun nedenini şöyle açıklar:
“Huzur hiçbir gürültünün, sıkıntının ya da zorluğun bulunmadığı yer demek değildir. Huzur, bütün bunların içinde bile yüreğimizin sükûnet bulabilmesidir.””

Gürültünün patırtının ortasında sükûnet dolaş; sessizliğin ortasında huzur bulunduğunu unutma…

Basit düşünsek ve çevremize biraz baksak aslında huzurlu olabileceğimiz o kadar çok şey var ki, ama biz doyumsuz insanlar, huzur’u satınalmaya çalışıyoruz. Satın aldıklarımızın bizlere mutluluk ve huzur vereceğini umut ediyoruz. Ama almanın verdiği kısa süreli zevk geçince yine aynı huzursuzluk sarıyor tüm benliğimizi. Fiziksel olarak biriktirdiklerimiz üzerimize üzerimize geliyor, boğuyor bizleri.

Basit yaşayacaksın.
Mesela susayınca su içecek kadar basit.
Dört çıkacak, ikiyi ikiyle çarptığında.
Tek düğmesi olacak elindeki cihazın;
tek bir düğme, tek bir cümle gibi;
sevince lafı dolandırmadan söylediğin
“seni seviyorum” gibi.
Basit bir öpücük yetecek sana;
basit sıcak bir öpücük
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düşlerin.
O öpücük için yapacaksın hayatının kavgasını,
o öpücük için yiyeceksin hayatının dayağını.
Kabak çekirdeği verecek sana
rakamların veremediği mutluluğu

El yazısıyla yazılmış eğri büğrü bir mektup olacak
en değerli kağıdın;
hep yanında taşıdığın,
atmaya kıyamadığın.
İki harekette giyiniverecek,
iki harekette soyunuvereceksin.
Kısacık olacak uyanman
ve yola çıkman arasında geçen süre;
kısacık olacak
sıcacık kollara dolanman
ve yolculuklara çıkman arasında geçen süre.
Kendin bile anlayabileceksin yazdıklarını;
bakışların bile anlatabilecek kendini.
Beklentilerin de basit olacak.
Kaf Dağı’nın önünde bekleyecek mutluluklar.
Bir ıslıkta bulabileceksin en uzun dostluk romanını;
ya da bir damla gözyaşı yaşatacak sana
en ucuz aşk romanını.
Pankreasının sağlığına dua edeceksin kapatırken gözlerini.
Zafer işareti yapacaksın tuvaletten çıkarken.
Bir kaşarlı tost olacak aradığın
nasıl oturacağını bilemediğin sofrada;
parmakların olacak en kıymetli çatalın.
Yine, aynı parmaklar çözecek en karmaşık denklemleri.
İskender’in kılıcı duracak avukat rehberinin yanında.
Bir filarmoni orkestrası veremeyecek sana
kontrplak bir gitarda, doğru basılmış bir
“fa diyez”in mutluluğunu.
Makyajın ilk “a” sına kadar bilmen yetecek.
Temizlik kokacak en pahalı parfümün.
“Bilmiyorum” diyebileceksin bilmediğinde
ve çok normal olacak onu da bilmeyişin.
Tek dereden su getirmen yetecek,
bir “istemiyorum” diyebilmeye.
Ne durduğu farketmeyecek abanın altında.
Saatin, sadece saati gösterecek;
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksın.
Küçük bir not defteri olacak bilgini en hızlı sayan.
Basit yaşayacaksın, basit.
Sanki yaşamın bir gün sona erecekmiş gibi basit…

Bunları yazarken aklıma Yalçın Ergir’in “Basit Yaşayacaksın” şiiri geldi.

Hayatlarımızı basitleştirmek aslında bizim elimizde, ama bahane üretmeyi bırakırsak. Huzur ve mutluluk ne olacak derseniz, basitleştirdiğinizde hayatlarınızı daha kolay görüp yakalayacaksınız onları. Ortaya çıkmayacaklar sadece görünür olacaklar…

Ne kadar sürç-ü lisan ettikse affola, haftaya görüşmek üzere, Eyvallah…

No Comments

Post A Comment