SJ93 - Operasyon Çöl Kaplanı - Anıl Şakrak
16462
post-template-default,single,single-post,postid-16462,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

24 Oca SJ93 – Operasyon Çöl Kaplanı

SJ93 Ölüm müfrezesi, Karayip Körfezinde Cancun ve Havana’da gerçekleştirdikleri başarılı operasyon sonrası eve dönmüşlerdi. Ardından acil kod çağrısı ile Belgrad çıkartmasını ve ardından da Gürcistan Kar Kurdu operasyonlarını da alınlarının akıyla tamamladılar. Karada, havada ve denizde dosta güven ve düşmana korku salıyorlardı. Fakat uyanık olmak zorundaydılar, çünkü çok iyi biliyorlardı: “su uyur düşman uyumaz”.

Bu sefer görev onları farklı olduğu kadar da zorlu bir coğrafyaya çağırıyordu. Dünya barışı yine onlara bağlıydı. İşte böyle bir ortamda başladı Çöl Kaplanı Operasyonu.
Anıl, Yasin, Onur, İzzet, Batu, Mustafa ve Kunter; Akira Kurisawa’nın 7 Samurayı gibi Zulu Saatiyle saat 0300’da Fas Semalarında paraşütleri ile operasyon bölgesine süzülüyorlardı.

Neyse bu kadar geyik yeter. 2015 yılının başında, 40 yaşını Meksika-Küba seyahati ile taçlandıran biz SJ93 Mezunları, bu işten çok keyif aldığımızdan olacak, ne zaman bir araya gelsek bir sonraki tatil programını planlar olmuştuk. Bu planlamalar sonucunda başarıya ulaşmış, 2015 yılı sonunda bir Belgrad seyahati ve ardında 2017 yılının ilk çeyreğinde bir Gürcistan seyahatimiz oldu. Çekirdek kadro değişmezken işleri nedeni ile katılanlar ya da bunu kaçıranlar oldu ama hiçbir organizasyon Küba-Meksika organizasyonun seviyesine çıkamamıştı. İşte yine böyle toplandığımız bir akşam dünya haritası açıldı ve seçenekler masaya saçıldı: Güney Afrika ve Safari, Zanzibar, Palawan derken baktık seçenekler sınırsız, o zaman sınır şartlarını belirleyelim dedik.

Öncelikle İzmir çıkışlı maksimum 2 aktarma ile 6 saat altında bir uçuş olmalı şartını koyduk. Amsterdam gibi göreceli olarak daha kolay olan Avrupa şehirlerini bir arkadaşımızın özel nedeniyle eledik.  Eleme nedenimize hala güleriz. Çoğunluğu viski seven bir grupta olsak da İskoçya seçeneği de elenenler arasındaydı.
En sonunda istikamet olarak Fas’ı seçtik. Fas demek, benim için herkesin tersine, Marakeş değil Kazablanka’dır. Sonuçta Rick’in Kafesi oradaydı. Çoğunluğa uymak gerektiğinden seyahat güzergahı Marakeş’e gidiş ve dönüş olacak şekilde planlandı. Marakeş’te 2 gün geçirip, sonrasında çöle doğru yol alacak ve çölde kalıp Marakeş’ten Türkiye’ye dönecektik.

Yasin’in içine sinmedi Fas’a gidip benim Rick’in Kafesine uğramadan dönmem. Dönüşü Kazablanka’dan olacak şekilde ayarlayınca bana da fırsat doğdu. En sonunda “Ölmeden Önce Yapacaklarım” listemde olan Kazablanka’ya gidip Rick’in Kafesinde bir şeyler içebilecektim.

Yine Sj93 şanına yaraşır bir organizasyon yapıldı Yasin ve İzzet tarafından. İzzet grubu olduğu için, bizden önce oraya gidecekti ve bizle Marakeş’te buluşacaktı. Son dakika THY’den bir gol yedik ve Marakeş uçuşumuz iptal oldu ve seyahatimiz Kazablanka gidiş-dönüş olarak güncellendi. Dönüşün Kazablanka olması anlamlı idi ama varışın da oradan olması bize 3 saatlik ekstra bir araç yolculuğuna mal oldu. Yolculuk da biraz maceralı oldu, zaten normal bir şey bizi bulmaz.

Kazablanka havalimanında pasaport kuyruğu bir zulüm, bitmek bilmedi. Herhalde 2 saat kalmışızdır kuyrukta. Dışarı çıkıp transfer aracına binip Marakeş’e doğru yola koyulduk. Buraya kadar bir sorun yoktu. 2,5 saate varan bir yolculukla Marakeş’e vardık. Vardık varmasına ama bir türlü kalacağımız Kasr’ı bulamıyorduk.

Eski Marakeş surlarla çevrildiği için sokak araları aşırı dar ve trafik özellikle motorlar yüzünden oldukça sıkıntılı ilerliyor. Çünkü motorlar için neredeyse hiçbir kural yok. GPS’e güvenerek dar bir sokağa girdik ve ilerlemeye başladık. Sağlı sollu motorlar yanımızdan geçiyor. Aklımızda bir an önce kalacağımız yere ulaşma arzusuyla karşından bir araç gelmesin diye dua ediyoruz. Yolun sonunda bir T’ye geldik. Sola dönmemiz gerekiyor ama yolun dar ve aracın büyük olmasından dolayı dönme şansımız yok. Üstüne üslük T’nin her iki tarafından da araçlar gelmeye başladı. Bundan sonrası ise gerçekten korkutucuydu. 3 yönden gelen araçlar birbirlerine yol vermemek için tartışıyorlar, yol her yönden tıkanmış durumda. Her aracın arkasına araçlar ve motorlar doldu. Araç yoğunluğu zamanla insan yoğunluğuna da neden olunca dışarı çıkmaya bile korkar olduk. Arabanın içinde sıkıştık. Dışarda bir insan yığını, bize öfkeyle bakıyorlar ve yarı Arapça yarı Fransızca konuşuyorlar. “Kara Şahin Düştü” filminden bir sahne yaşar gibiydik, sanki birazdan evlerin çatısında bazukalar ile araca saldıracak diye bekliyorduk. 1 saatin ve sayısız dönme denemeleri sonunda şöför aracına daha fazla zarar vermemek için geri geri çıkmayı kabul etti. 2,5 saatte 250km alan bizler son 10 km toplam 2 saatte alarak sağsalim Kasr’ımıza vardır. Suratlar kireç gibiydi ama herkes hemen toplarladı kendini ve sokağa çıktık.

Kaldığımız yer, Eski Marakeş’in göbeğinde idi bu nedenle hemen çevreyi keşfe başladık. Kendimi bir anda Alfred Hitchcock’un efsane “The man who knew too much” filminin platosunda buldum sandım. Filmde gördüğüm yerler neredeyse hiç değişmemişti. 2 gün boyunca eski şehri yürüyerek tavaf ettik. Pazar yeri fotoğraf çekmek için harika bir yerdi ama maalesef fotoğraf çekildiğini gören gelip para istiyordu. Gizli kamera taktiğini kullanarak hiç para vermeden onlarca fotoğraf çekebildim. Sağolsun dostlarım seyahatlerimizde beni  turun fotoğrafçısı gibi düşünürler ve hiç fotoğrafım olmaz idi ama diğer seyahatlerimize göre aşama kaydettik çünkü arada benim fotoğraflarımı da çekiyorlar.

2. gecenin sonunda sabah erkenden Quarzazate’ye doğru yola çıktık. Çöle varmadan önce bir gece burada konaklayacaktık. Mesafe olarak 193 km olsa da yol koşulları oldukça zorlu idi. Önce Atlas dağlarına tırmandık. Sonra Ait Benhaddou’ya uğradık. Burası Gladyatör, İndiana Jones, Games of Thrones, Arabistanlı Lawrence, Ali Baba ve Kırk Haramiler gibi birçok tarihi filme doğal plato olarak kullanılmış.

Devamında ise yine birçok filme plato olarak kullanılmış Atlas Studio’ya da uğradık. Akıllı geçinip öndeki yabancı gruba kaynayıp beleşe içeri girdik ama içerde dekorlarla olan ilişkimiz biraz abartı olunca ilgi çekip gruptan olmadığımızın farkına vardılar. Bu stüdyoda Prince of Persia, Gladiator, Klepatro ve Prison Break çekilmiş. Zorlu yolculuktan sonra kalacağımız yere vardığımızda halimiz kalmamıştı.

Ertesi güne yine sabah erken başladık, yolumuz yine uzundu (577 km) ve bu sefer zaman kısıtımız vardı. Gün batımında develerle çölde kalacağımız yere gitmemiz gerekiyordu. Uzun bir yolculuk sonrasında plana uygun olarak çöl sınırına ulaştık. Eşyalarımız bir 4×4 ile kamp alanına taşındı. Biz ise ATV’ler ile çölde bir tura katıldık. Yazlık yerde ATV kullananlara sık sık rastlıyoruz ama bana çok antipatik görünüyorlar ama çölde onları kullanmak inanılmaz bir keyif.

Ardından günün en son etkinliğine sıra geldi. Akşam kalacağımız kamp alanına develerle gidecektik. Bedevimiz boyumuza ve kilomuza göre bizi develere dağıttı. Sonra yolculuk başladı. Çok keyifli olduğu kadar bir o kadar da ağrılıydı. Arkadaki devenin sürekli kafası ile tacizleri de cabası. Ama rehberimiz tam doğru saatte bizi durdurdu ve ters ışık fotomuzu da çekebildik.

2 saate süren acılı yolculuk sonunda kamp alanına ulaştık. Kamp alanı dediğimiz aslında içinde banyo ve tuvaleti olan lüks çadırlar, yanlış anlaşılmasın. Ekip olarak seyahatin sadece çöl konaklamasında burjuva takıldık, kimse risk almak istemedi.

Yorgun ama mutlu bir şekilde etnik bir yemek ve ateş başında yerel müzik eşliğinde içkilerimizi içtik. Hava gündüze göre oldukça soğuktu ama her birimiz bu gece için tedarikliydik. Hatta çantaların ebatının büyük olması sadece bundandı.
Müzik bittikten sonra ateş başında oturup muhabbet ettik. Ben uzun pozlama fotoğraf çekme denemeleri yaptım. Çölde, o sonsuzlukta oturup gökyüzünü seyrederken daha iyi fark ettim, aslında okyanusdaki bir kum tanesi bile değiliz. Gökyüzü, yıldızlar o kadar sonsuz görünüyorlardı ki. Tarif edilmez bir çaresizlik ve o kadar da huzur doluyordu insan.

Sabah erkenden kalkıp kahvaltı sonrası, arabamıza gitmek için 4×4 araca bindik. Araç çift kabinli bir Toyota idi. Onur, Yasin ve ben arkaya , aracın kasasına binip tutunduk. İçerdekilerin gazına gelen şöförümüz bize yarım saatlik efsane bir macera yaşattı. YAsin’de aksiyon kamerası ile bu anları ölümsüzleştirdi. Seyahat biraz daha uzasaydı zaten biz de ölümsüz olacaktı. Hala nasıl düşmedik o araçtan anlamadık. Her yavaş olun diye kabine vurduğumuzda sevgili dostlarımız bunu “daha hızlı” olarak çevirmişler, eksik olmasınlar.

Yine yollara düştük, bu sefer 9 saat civarında sürecekti. Uzun zorlu yolculuk tam zamanında bitti, biraz daha uzasa idi araba içinde bir “Shining” filme çekebilirdik. Varmanın verdiği heyecanla araçtan çıktığımızda bir SJ93 klasiği, hepimiz normale döndük. Hemen check-in işlemlerini tamamlayıp kalan saatlerde Kazablanka’da ne yapacağımızı planladık. Benim planım aylar hatta yıllar öncesinden hazırdı. Resepsiyondan restoran için isim desteği alıp taksilere atlayıp verilen adrese yola koyulduk. Ben önceden çevrimdışı haritamda Rick’in kafesini işaretlemiş ve kapanış saatleri hakkında tüm bilgiye sahip olarak gecenin devamına hazırdım. Restoran’daki keyifli yemek uzadıkça benim gerginliğim artıyordu. Daha fazla dayanamadım ve izin alarak bu geceyi anlamlandıracak adrese yol çıktım. Mustafa’da bana eşlik etmek istedi. Taksiye atladık ve 10 dakika kadar benim için uzun olacak bir yolculuktan sonra Rick’in kafesinin önünde durduk. İçeriye girip piyano yakın bir masaya oturduk. İçerisi çok kalabalık değildi ama şansımıza canlı müzik devam ediyordu. Garson menü vermek için masamıza geldiğinde, menüye bakmadan siparişimizi verdik. Tahmin edersiniz ki o kadar yolu kokteyl içmek için gelmemiştim. İçkilerimiz hemen geldi. Mustafa’dan bir süre fiziksel olarak yanında ama ruhen yanında olamayacağımı, müzik ve içkimle bir ruhsal yolculuğa çıkacağımı söyledim. Beni hoş göreceğini bildiğim için bunları söylerken hiç tereddüt etmedim. Dostluk bu olsa gerek. İçkim bitene kadar kaç kere seyrettiğimi bilmediğim filmin sahneleri gözümün önünde geçmesini seyrettim. Bu süre zarfında ne müzik çalıyordu bilmiyorum ama ben “As time goes by” ı dinliyordum. Nietzche’nin efsane aforizmalarından birine çok uyuyordu durumum:

Müziğin sesini duymayanlar dans edenleri deli sanırlar.

Çalan bir müzik vardı fonda ama ben başka şarkı dinliyordum. Bir süre filmin siyah beyaz sahnelerinde dolaştıktan sonra masaya ve Mustafa’ya döndüm. Mustafa ile bir oturuşta çok fazla caz ve yeraltı edebiyatı tüketebiliriz konuşurken ve zamanın nasıl geçtiğini hatırlamayız. Nitekim de böyle oldu; çalan şarkının bestecisi bizi onun başka bir şarkısına o bir filme o da bir kitaba derken garson masaya hesabı getirdi. O an çevremize baktığımda bizden başka kimse yoktu. Hesabı öderken orkestrada bizi selamlayarak sahneden ayrıldı. Dışarı çıktığımızda 2 tane taksi durdu kafenin önünde ve ekibin gerisi indi. Sonra pazarlıklar başladı içeriye girebilmek için fakat maalesef başarıya ulaşmadı. Ama Sezar’ın hakkını Sezar’a vermek lazım güvenlik görevlisi arkadaş kafenin önünde fotoğrafımızı çekti.

Ertesi gün öğleden sonra uçuşumuza kadar Kazablanka sokaklarında dolaştık, beklendiği gibi bir Marakeş değildi. Dönüş yolculuğu ise maceranın taçlanmasıydı. Çünkü Atatürk Havalimanından başladığımız yolculuk Yeni İstanbul Havalimanında sonlanacaktı. Eksik olmasın THY’ye bunu 0130 uçuşunu iptal edip beni sabaha aktarması ile ödüllendirdi. İstanbul’a indiğimde tek hayalim bir an önce THY’nin salonuna ulaşıp uyumaktı. Fakat yeni açılan bir havalimanında neyin nerede olduğunu bilen birini bulmak gerçekten zor oldu. İndikten 2 saat sonra kendime bir yer bulup biraz uyumaya çalıştım. Sabah İzmir’e iner inmez fabrikaya geçerek gerçek hayata hızlı bir dönüş yaptım. Bütün yorgunluğuna rağmen yine inanılmaz bir seyahat olmuştu.

Bir daha değil yurtdışı korkmadan, çekinmeden ne zaman tatil yapacağımızı bilmediğimiz bu günlerde tatil anılarını kelimelere büründürmek çok iyi geldi bana. Umarım size de keyif vermiştir.

Unutmadan ekleyim:

Yeşil Vadi Bizimdir, Yaşasın Seferoğulları, Kahrolsun Tellioğulları…

Ne kadar sürç’ü lisan ettikse affola, bir sonraki yazıda görüşmek üzere
Eyvallah…

2 Comments
  • Yasin Musafir
    Posted at 14:02h, 25 Ocak Yanıtla

    Neyse ki korktuğum kadar çıkmadı:) Gayet usturuplu ve genel bilgiler içeren.
    işte anlatılan ve anlatılmayan tüm detaylar parayla satın alınamayacak değerli anlar hepimiz için.
    İyi ki bu operasyonlara çıkmışız, iyi ki beraber çıkmışız.
    Nicelerine kardeşim, kalemine sağlık

  • Kunter Coşar
    Posted at 14:44h, 25 Ocak Yanıtla

    Yazıların gezilerimizi ölümsüzleştiriyor. Malum, söz uçar yazı kalır. Eline sağlık kardeşim.

    Hamiş: Rick’s e seninle girmediğim için hala pişmanım. Anca dışarıdan görebildik. Ne yapalım, buna da şükür:)

Post A Comment