Siz 40 Yaşınıza Nerede Girdiniz? - Anıl Şakrak
15765
post-template-default,single,single-post,postid-15765,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

12 Nis Siz 40 Yaşınıza Nerede Girdiniz?

Pazar akşamı yazımı yayınladıktan sonra beni yine tatlı bir telaş alır; gelecek haftaya ne yazacağım. Gerçi bir liste yapıyorum başlıklardan oluşan yazmak istediğim konular hakkında. Ama takdir edersiniz ki hayat sizin yaptığınız planlara güler geçer, bu kural burada da geçerli. Yazmayı planladıklarım dışında güncel ruh halime göre başka konular filizleniyorlar aklımın o karanlık köşelerinde. Bu şekillenmeler de genellikle pazartesi günü arabada işe giderken oluyor. Bu yazı bu yol sürecinde doğmadı ama bir yol hikayesi oldu; yol ve yolda beraber yürüdüklerimiz üzerine.

Onur Akkozak bu hafta sosyal medyada beraber yaptığımız seyahatlere yönelik bir tbt paylaşımı yapmıştı, bende ona bir fotoğraf gönderdim. Sonra akşamına öyle uzun uzun telefonda konuştuk. İşte o an anladım artık 40 yaş kutlamamızın hikayesini yazmalıyım diye. Sadece basit bir gezi hikayesi değil yalnız bu, ona göre okuyunuz lütfen.

Google hazretlerini insan hayatı boyunca kaç kişi ile tanışır diye sordum: bana youtube’dan çok güzel bir Nescafe reklamını tavsiye etti. Reklamın yalancısıyım ama 80.000 kişi ile tanışıyoruz; aile, okul, mahalle, iş arkadaşları , ex-ler vs.. Çoğunu tanımadığımız sosyal medya arkadaşları da bunu dahil mi diye sormadan geçemedim sayıyı düşününce.

Çocukluk ve mahalle arkadaşlarının çoğu yaş aldıkça sadece bir isim olarak hayatınızda yer almaya başlar. Üniversite arkadaşları ile tatlı bir rekabet içinde olursunuz sonrasında yıllar geçtikçe yakınlaştıklarınız olur ama ne bileyim hep bir şeyler vardı adını koyamadığınız arada hep bir mesafe koyan. Yıllar geçtikçe hayatınıza bir çok insan girer işten ordan burdan,  bazıları da kalır, bazıları ise linkedin, facebook ya da instagram hesabında kalırlar.
Ama lise arkadaşlarınız ise farklıdır; çünkü kendinizi tanımaya başladığınız süreçte onlar hayatınızdadır, en mutlu anlarınızda onlar vardır yanlarınızda. Benim de böyle bir arkadaş grubum var, İzmir Saint Joseph 1993 mezunları.
Hayatımızın en güzel yıllarını beraber deneyimledik ve hiçbir gizli ajandamız ve menfaatimiz olmadan. Yıllar geçtikçe bunun değerini de daha iyi anladık.
Bugünkü hikayemiz bu insanların 40 yaşlarını kutlamak için planladıkları ve gerçekleştirdikleri seyahatin hikayesi. Bu seyahatle kalmadı bu ekip başka seyahatler de yaptı ve yapmayı da planlıyor daha bu işin 50’si var.

Sevinç pastanesinin yanında bir kafede Yasin ile oturmuş 40 yaşımızda bir yerlere gitmeliyiz hep beraber diyorduk. Bu konuşmadan yaklaşık bir sene önce Yasin , Bora, Kunter ve Ben Bansko’ya kayak yapmaya gitmiştik.
Ipad’de haritayı açtık ve bakmaya başladık neresi olmalı diye. Kışın olmalıydı bu seyahat, çünkü herkesin yazın eşi ve çocukları ile bir programı oluyordu. Kış olacak ise o zaman sıcak bir yerler olmalıydı; seçenekler bir anda güney yarım küre ile sınırlandırıldı.
Ben yıllardır Küba’ya gitmek istiyordum, o gün bu seyahatin tohumları atıldı; Havana’ya gidecektik. Sonra program biraz daha (çok mütevazi oldu) zenginleştirildi ve Cancun-Havana olarak karar verildi. Sonrasında İzzet ve Yasin’in efsane organizasyon yeteneğiyle detaylandırıldı.
17 Ocak günü başlayan seyahatimiz Cancun’dan başlayacak ve Havana’da son bulacaktı. Benim yaşgünüm de sembolik olarak hepimizin yaşgününü kutlayacaktık.

Ayrı bir whatsup grubu kuruldu, uçak biletini alanlarla grup zenginleşti. Türkiye’den Ben, Yasin, Kunter, İzzet, Mustafa, Onur, Batu, Bora, Ali, Süleyman ve Mehmet Taylan, Amerika’dan ekibe katılacak Yiğit ve Sinan. Toplam 13 kişi. 13 yaşımdan beri tanıdığım 12 kişi ile dünyanın bir ucuna gidiyordum.

Dünya acaba bu tehlikenin farkında mıydı?

ve seyahat başlar…

Benim seyahatim biraz erken başladı; çalıştığım şirketin yıllık üst yönetim toplantısı İsviçre St. Gallen’de yapılıyordu ve 16 Ocak’da bitiyordu.
16 Ocak akşamı St. Gallen’de Alman, İtalyan, Fransız, ispanyol, Çinli, Amerikalı ve Brezilyalı (kendi çapında birleşmiş milletler topluluğu) iş arkadaşlarımla yaşgünümü kutlamaya başladım. Saat 12 gibi odaya geçip valizimi kapattım ve 3’de St. Gallen’den Zürih’e geçtim. Saat 7 uçağı ile Paris’e inip Türkiye grubunu beklemeye başladım. Air France ile uçtuğumuz için İstanbul ve Bursa hariç (İzmir, Bodrum ve Fethiye) grup geceden havalimanına gelmiş ve orada sürünüyorlardı. Nereden mi biliyorum bütün gece, whatsupdan uyurken yakalananların fotoğrafları yağıyordu da oradan.
Ben arkadaşlarımı beklerken aile fertleriyle yaşgünüme dair telefon görüşmeleri yapıyordum, hala uyumamıştım ve kendimi Meksika uçuşuna saklıyordum başımıza geleceklerden habersiz. Ekip geldi, buluştuk ve beklemeye başladık ama biraz erken başladığımız doğruydu.

Host ve Hostesler tehlikenin farkına varmadan hoşgeldiniz diye gülümsüyorlardı bizi uçağa alırken. Benim bildiğim yolda içmek için viski aldığımızdı kasa’dan. Toplu seyahatlerde iyi bir uygulamadır kasa yöntemi, biz de kasa Mustafa Dönmez’dir çünkü kafadan yapar hesapları ve parayı vermeyeni sündürür takipçiliği ile.

Uyumayı planladığımı bahsetmiştim ama arkadaşlarımın bana sürpriz kutlaması nedeni ile bu plan suya düştü en azından bir sürelik. Şampanya patlatmak sıkıntı olduğundan Host’u ikna etmişler “ben yokken yapın” diye, bir de çevremizde kim varsa onlara kamera vermişler. Yanlış hatırlamıyorsam viskiler bittikten sonra Ali birşey söylemek için yanına çağırdığında tuzağa düştüm; şampanya patladı, artık mantar nereye gittiyse, tanımadığım bir sürü insan beni kameraya çekiyordu. Okyanusun üstünde 40. yaşıma , 40. yaşlarımıza girmiştik. Sonra yol boyunca içtik, Host en son şarap arabasını bırakıp gitti “ben sizle uğraşamam” diyerek. Rose şarap bile vardı (!) tonunu sizin ayarlayabildiğiniz. Bora “rose içer misin” diye sorup sonra kırmızı ve beyaz şarabı karıştırıp verdiğinde fark ettim, bu işin sonunu iyi görmediğimizi.

Sağ salim Cancun havalimanına akşamüstü indik, Türkiye’de geceyarısı olmuştu ama teknik olarak hala benim yaşgünüm devam ediyordu.
Meksika’ya online vize alınabiliyordu fakat Cancun Pasaport Kontrolünü yapan görevliler bunu bilmiyorlardı. Amerikan vizesi ile geçen uyanık arkadaşların aksine ben vizemi aldım diyerek emin adımlarla yürüdüm gişeye.
Benim gibi 7 arkadaşım ile beraber nezarete alındık. Çakmak çaksan uçabilirdik. Amerika vizeli arkadaşlar bavulları toparlarken bize Meksika Polisinin gerçekleri öğrenmesini bekledik ve beklerken de selfie çekmeyi ihmal etmedik. Yarım saatin sonunda gelip özür dilediler (!).
Biz de ekip ile dışarıda buluştuk ve bir minivan’a doluştuk otele gitmek için. Batu’nun şöförle cana yakın bir sohbeti takdiri hak ediyordu. Şöföre adını sordu, Şöför Maynemi diye başladı, Batu tamamladı: “Beeeyler adamın adı Maynemi’miymiş.” Sonra o kadar güldük ki yol ne kadar sürdü hatırlamıyorum. Gerçi ne olsa gülüyorduk zaten o kafa halinde.
Otele vardığımız da Sinan bizi bekliyordu. Yiğit Amerikalı olmaya karar verdiğinden avukat tavsiyesine uyması nedeniyle maalesef aramızda yoktu. İçimizde buruk bir sevinç vardı; Sinan’ı yıllardır görmeyenlerimiz hasret giderirken, Yiğit’in katılamıyor olması ise hepimizi üzmüştü.
Yiğit’in “Bir daha sefere Vegas’da yapalım sizi yaşatırım” sözü ise kayıtlara geçmişti tabi ki.

Otele yerleşip hemen yemeğe ve içmeğe gittik. Saat hala geceyarısını geçmediği için teknik olarak yaşgünüm devam ediyordu. 40. yaşıma girdiğim gün tam 32 saat sürmüştü. Meksika’da ilk akşam yemeğinde şeklini beğendiğimiz ama tadını beğenmediğimiz bu entresan (!) kokteyleri denemiştik.

Bu uzun yolculuk sonrası ne yaptık derseniz; gezdik, eğlendik. Aşağıdaki fotoğraf koleksiyonunda gezdiğimiz yerlerin fotoğraflarından oluşan kolajları da paylaşıyorum. Edebi dostluklarımıza yeni anlar ekledik. Taa oralara gitmeseydik de eğlenirdik tabi ki sadece bu sefer deplasmana çıktık.

Çektiğim onca fotoğraftan bu kolajları bile hazırlayabilmek çok zordu, çünkü herbirinin anısı vardı. Ama bu aşağıdaki iki fotoğrafın benim ve tahmin ediyorum ki tüm ekip için anlamı çok büyüktür.

1

Biz de her Havana’yı ziyaret eden gibi SJ93 olarak Küba’dan Atamız ziyaret ettik. Bu beklenen bir hareketti. Ama asıl bizlerin gözlerini yaşartan olay ise, parkta oturan yaşlı bir Kübalı abinin yanımıza gelip bize Atatürk’ü anlatması idi.

3

Sokaklarda avare avare gezerken yolda kalan bir araç gördük ve hiç bir çağrı olmadan koşturduk, yardım ettik. Bana da böyle güzel bir kare yakalama fırsatı oldu. Yalnış anlaşılmasın ben de destek verenlerdendim, sadece yolun kenarına yaklaşırken biraz geri çekilip bu anı ölümsüzleştirdim.

Peki ben bu gezi yazısını niye yazdım? Kesinlikle sizlere nispet yapmak için değil, bunu öncelikle belirtmeliyim.
Bu yazıyı yazarken aklımda iki sebeb vardı; Birincisi bu seyahatimizi ölümsüzleştirmek istiyordum, sonuçta “söz uçar, yazı kalır”. İkinci ve en önemli sebeb ise, şu anki yaşadığımız psikolojiden bir anlık da olsa uzaklaşmak idi; yaşadığımız anların verdiği moralle önümüzdeki günlere daha umutu bakabilmekti…
Unutmadan ekleyim, adım gibi eminim ki sizlerinde böyle dostlarınız vardır dünyanın en uzak deniz fenerlerine gözünüz kapalı gideceğiniz.

Bu ekip tabi ki durmadı, Belgrad çıkartması yaptı, Gürcistan’a gitti ve en son olarak da “SJ93 Operasyon:Çöl Kaplanı” adıyla Marakeş ve Kazablanca’yı kapsayan çöl’de kalmalı bir Fas turu da yaptı. Her buluşmada bu seyahatler konuşulmaya başlayınca bir sonraki destinasyon planlanıyor. Şimdilik bir kısa program taslak olarak duruyor, Korona günleri bitince filizlenecektir kısa sürede.

Geçen perşembe günü sanal ortamda toplantıdığımızda, onlara bu seyahati yazacağımı bahsettiğimde öncelikle kaygılarını giderdim. Ne de olsa Cancun’da yaşanan Cancun’da kalır dedim. Buradan hepsine tekrar selam olsun; Yasin, Kunter, Ali, Mehmet Taylan, Süleyman, Mustafa Dönmez, Sinan, Bora, Batu, İzzet, Onur Akkozak.

Geçen haftaki başladığım haftanın kitap ve film önerisini de unutmadan ekleyelim.

rummehmet

Bu haftanın kitap tavsiyesi : Ferhan Şensoy’dan Rum Mehmet. Çok keyifli hikayeler var, öyle su gibi gidiyor okurken. Tabiki aşırı zeka içeriyor tıpkı Ferhan Şensoy’un tüm kitaplarında olduğu gibi.  Kitapta beni en çok güldüren hikaye ise “Yevgeni Yevtuşenko Geçiyor”, hepimizin çevresinde bir Emekli Orhan Amca vardır.

PK 2014 yapımı bir hint filmi. Aamir Khan oynuyor başrolde. Onu “3 Idiots” filmi ile başladım seyretmeye, hiçbir filmini kaçırmıyorum artık. Bu filmi bana Kevin Spacey’in K-Pax filmini çağrıştırdı. Biraz sert bir film inançlar üzerine. Bende filmden kalan en anlamlı mesaj; “Sizin yarattığınız Tanrı’ya değil, sizi yaratan Tanrı’ya inanıyorum”

Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola, haftaya görüşmek üzere, Eyvallah…

4 Comments
  • Hasan Kemahlı
    Posted at 21:55h, 12 Nisan Yanıtla

    Hayranınızım üstat 🙂

  • Kunter Coşar
    Posted at 16:38h, 23 Temmuz Yanıtla

    Kardeşim biraz gecikmeli okudum ama tekrar o günlere gitmek iyi geldi. Ayni zamanda aslinda bu gezilerimizi ne kadar özlediğimi de hatırlamış oldum. Dediğin çok doğru: “Söz uçar yazı kalır” . O yüzden iyi ki yazmışsın; eline sağlık…

    • anilsakrak
      Posted at 08:20h, 17 Ağustos Yanıtla

      Kont daha yazılacak Fas Seferi var. ve gidilecek çok yer ama bu şartlarda yerli turizme önem vereceğiz gibi geliyor…

  • Haluk Tatari
    Posted at 09:28h, 18 Ocak Yanıtla

    Güzel kardeşim ben de biraz gecikmeli okudum…
    Karşılıklı çok dinlemiştim bu seyahatin müthiş hikayelerini ama böyle yazıya dökülmüş ve ölümsüzleşmiş halini okumak bambaşka oldu.
    Eline sağlık; tanımayanlar için çok keyifli bir yazı, tanıyanlar içinse çok duygulu bir yazı olmuş.
    Nasıl kaçırdım ben bu seyahati!
    Bir daha sefere bensiz gitmeyesiniz sakın 🙂

Post A Comment