Radyo Günleri - Anıl Şakrak
15688
post-template-default,single,single-post,postid-15688,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

21 Mar Radyo Günleri

Bu haftaki yazımın başlığını Woody Allen’in 1987 yapımı filminden aldım. Radyonun benim hayatımda önemli bir yeri vardır. Bugün biraz radyodan, biraz benim hayatımda ki öneminden ve biraz da çok sevdiğim bir radyo programından bahsetmeyi planlıyorum.

Dünyada neler oluyor, bu çocuk “Cımbızlı Şiir” deki gibi neler üzerine düşünüyor da yazıyor diyebilirsiniz. Önce isterseniz Orhan Veli’nin  “Cımbızlı Şiir”ini hatırlayalım.

“Ne Atom Bombası
Ne Londra Konferansı
Bir Elinde Cımbız
Bir Elinde Ayna
Umrunda mı dünya!”

Haaşa bu hafta tıpkı herkes gibi çok kötü bir hafta geçirdim, belirsizlik insanın elini kolunu bağlıyor. Sürekli kendinden emin ve “ne yaptığını biliyor” durmam gerekli idi, o maskemi (sağlık maskesi takmadım) taktım ve bütün hafta oynadım. İşte herkes kaygılıydı, eve gelince de durum aynıydı. Sadece sabahları işe gelirken gardımı düşürdüm. Sonunda cuma sabahına geldiğimizde, yine işe giderken aklıma Jerzy Kosinki’nin “Bir Yerlerde” kitabındaki Mr. Gardener’in bir lafı geldi.
Bu alıntıyı yapmadan biraz kitaptan bahsetmeliyim. Jerzy Kosinki’nin Boyalı Kuş ve Şeytan Ağacı kitaplarına göre en yumuşak kitabıdır. Hayatı boyunca yaşadığı malikanenin bahçesi ile uğraşan ve televizyon seyreden “zekası kıt” bir bahçıvanın, ev sahibinin ölümü sonrasında sokağa atılması ile yaşadıklarını anlatıyor. Peter Sellers’in efsane oyunculuğu ile de 1979 yılında filmi de çekildi. Alıntı yapmak istediğim kısmı şöyle bir sahne de çekilmiş;
Amerika Başkanı ile adını bilmediği için Bay Bahçıvan (Mr. Gardener) olarak bilinen Chance, sohbet ediyorlar. Amerika Başkanı, Bay Bahçıvan’a ekonomik kriz nedeni ile yapılacak atılımlar ve nasıl davranması konusunda fikrini sorduğunda, hayatı boyunca bahçesi ve televizyonu dışında başka bir dünyası olmayan kahramanınız bilgece cevap verir;
“In the garden, growth has it seasons. First comes spring and summer, but then we have fall and winter. And then we get spring and summer again.”  Uzatmadan Türkçeleştirirsek “Kıştan sonra ilkbahar gelir”.
Başka bir deyişle de “Gecenin en karanlık anı, şafak sökmeden az önceki andır.”

Corona ve onun etkileri şu aralar hayatımızı çok kötü etkiliyor ama bu enseyi karartma nedeni olmamalı, sonuçta kış bitince ilkbahar gelecek. Bu nedenle bahçeyle ilgilenmek gerekli, kaygıları yönetmeli ve alabileceğimiz tüm önlemleri almalıyız. Bilimsel olarak bu hastalığı bir şekilde geçireceğiz. Risk grubunda olanların hastalığa yakalanmalarını aşısı bulunanan kadar geciktirebilirsek en büyük kaygımızı da kontrol altına almış oluruz. Sonuçta her birimizin anası, babası, dedesi, ninesi var bu risk grubuna giren. Ama “Geleceğinizi düşünmezseniz, bir geleceğiniz olamaz.” bunu unutmamak gerekli.

Sosyal mesajları verdikten sonra tekrar Radyo’ya dönebiliriz. Bilmeyenler için benim 2 adım var; ilk adım yani göbek adım Hilmi. Hilmi ismini anne dedemden aldım. Kendisini hiç görmedim. Annem gençken Ankara’da hastanede vefat etmiş. Ankara’da okurken mezarını bulup yaptırdığımız için Annem çok mutlu olmuştu. Aydın’da Radyocu Hilmi diye anılırmış. Kapak fotoğrafında kendisinin bir lambalı radyoyu tamir ederken görebilirsiniz. Zamanında sinemada da çalışmış o günlerinden de iki fotoğrafı ekledim.

Vefatı sonrasında ananannem evi geçindirmek için tüm radyoları (şu an herbiri antika) yok pahasına satmış. Elektronik ıvır zıvıra merakımdan dolayı rahmetli anannem “ah deden seni görseydi” derdi hep. Başka bir yazı da Naduş’u da anlatacağım size merak etmeyin, böyle bir atıfla geçiştirilecek kadın değil o, bilen bilir.

Anıl ismini ise aslında kura ile aldım. “Kura” kelimesi komik geldi değil mi? Ailenin büyüğü olarak baba tarafından Albay Dede’ye sorulmuş adım ne olsun diye. Albay dedenin adını hiç bilmedim, Albay dede işte. O da iki isimden birini kura ile çekerek bu olsun demiş. Kaçırdığım ismi açıklıyorum : Mengü (anlamı ölümsüz, edebi, mengü suyu : ab-ı hayat).

Ben Anıl ismini seviyorum, anlamı ne diye soranlara yıllarca “anılmaktan” geliyor demiştim. Hintli bir firma ile iş yaparken firma sahibinin eşi adımın bir hint erkek adı olduğunu söylemişti hatta Hindistan’ın Ali’si imiş. Sanskritçe “rüzgar” demek Anıl ayrıca rüzgar tanrısında adı. Hindistan’dan dönerken pasaport kontrolünde memura hintli ya da hint asıllı olmadığı anlatmaya çalıştığım bir anım da var. Memur ısrarla gidince babana sor kesinlikle köklerinde hintli biri olmalı yoksa neden ismin Anıl olsun demişti her ne kadar şu surata bak Hintliye benziyor muyum desem de.

Yine konuyu Radyo dışında her yere getirdim, geri dönelim hemen.

Annemden dolayı yıllarca Radyo 3 de “Gece ve Müzik” programını dinleyerek büyüdüm. Babamla ise her araba seyahatinde radyoda Trt-FM dinleriz hala. Sonuçta aileden iyi radyo kültürü aldım. Sonra özel radyolar kuruldu yasal olmadan. Önceleri çok keyifli idi ama sonrasında acayip dejenere oldu. Şimdi ise, ona birazdan değineceğim.

Lise yıllarında Power FM’de “Mehmet Ali In the Morning” programı vardı; ondan duymuştum “zor bir işi tembel birine vermek gerektiğini, çünkü bir kolay yolunu bulacağını”.  Tabi bir de radyodan maç dinleme keyfi vardı. “Topu aldı ve ekseni etrafında döndü”; bunu yıllarca kafamızda hayal etmeye çalıştık çünkü ne kadar denersem deneyim o spikerin anons ettiği gibi havalı olmuyordu topu alıp ekseni etrafında dönmek.

Ankara’da okumaya başladığımda Odtü Radyo yeni kurulmuştu. Sabahları Ege’den Modern Sabahları dinleyerek yurtlardan bölüme yürürdük. Geceleri ders çalışırken damar şarkılarla bize destek olan yine Radyo Odtü idi. Her sabah bir ritueldi güne Radyo’dan “Perfect Day” şarkısı ile başlamak. Ankara günlerinde bir de Ses Radyo vardı anonsun, reklamın olmadığı ve sürekli damar Türkçe şarkılarla özellikle gecelerimize anlam katan. Ana akım radyolarda vardı, Power FM, Metro FM gibi. Maalesef Kaybedenler Kulübünü canlı dinlemedim. Dinlesem kesin severdim. Bunun dışında bir çok programı da kaçırmışımdır.

Sonra ne oldu, Cd’li arabalar, MP3 playerlar çıktı internetten önce. Zamanla radyo dinlemeler sadece işe gelirken arabada veya kulaklıkla android’li telefonlarda (çünkü ios hala radyo imkanı sunmuyor).

Bu aralar ise artık radyoları, (tüm dünyadaki radyoları) cep telefonumuz ile istediğimiz her yerde dinleyebiliyoruz hatta Spotify gibi uygulamalarda istediğimiz türde müziklerden oluşan kişisel radyo kanalları yaratabiliyor ve hatta paylaşabiliyoruz. Bir tek anons ekleyemiyoruz ama o da yakındır. Anons demişken “anonslu” asker kasetlerini hatırlayan var mı?

Tabi bir de Podcast’ler girdi hayatımıza, çok da iyi oldu. Çünkü zamane bizler artık kendimizi bir programın saatine göre disipline etmiyoruz, canımız ne zaman isterse o zaman bu keyfi tadıyoruz, maçlar hala hariç. Aslında çok da kötü olmadı, araba ile seyahat ederken Kerem Görsev’in ya da Ayhan Sicimoğlu’un radyo programının podcast’ini dinleyerek işe gelmek ya da işten dönmek çok keyifli oluyor. Podcast’lerde sadece müzik programları dinlemek zorunda da değiliz, ilgi alanlarımıza göre gerçekten seçenekler çok çoğaldı.

Az evvel dejenerasyon sonrasına geleceğim diyordum işte tam zamanı: Teknolojik imkanlar sayesinde herkes istediğini dinleyebiliyor, hala çok dejenere programlar ve radyolar mevcut ama çok kaliteli (en azından benim için çok kaliteli) yayınlarda var. Seçme özgürlüğümüz var; neyi, ne zaman dinleyeceğimize dair.

İşte tam bu kaliteli yayınlara değinmişken sizlerle bir programı paylaşmak istiyorum: Annemin Plakları…
Ne zaman dinlemeye başladım bilmiyorum. Ama en azından 5 senedir dinliyorum. Nasıl keşfettiğimi de hatırlamıyorum çünkü uzun zamandır radyo dinleyici değildim, önceleri müzik arşivimden sonraları da müzik plaftormlarından dinliyordum herşeyi. Galiba plak kelimesini internette aratırken yakaladım. Çok da iyi yapmışım.
Sunucusu Çetin Erker’in sesini Joy FM’in haber programlarından tanıyorsunuz. Kendisi 1976 doğumlu yani yaşıt sayılırız. Programı dinlerken sanki yıllardır tanıdığım bir arkadaşımla muhabbet ediyormuş gibi hissediyorum. Her dinlediğim programdan sonra üzerinde tefekkür ettiğim bir çok konu kalıyor elimde. Hatta bazılarını bu blog yazılarımda okudunuz ve okumaya devam edeceksiniz umarım. Birkaç kez kendisine yazmak bile istedim sonra neden bilinmez vazgeçtim. Belki bir gün yazarım.
Program pazarları saat 1200 de Retrotürk’de ya da 2200 de Joytürk’de yayınlanıyor. O pazarın yoğunluğuna göre ya 12 de güzel bir kahve yapıp kulaklıkla dinliyorum ya da bir duble viski koyup bilgisayar karşısında dinliyorum akşamına. Tabi bu tek dinlemem olmuyor, tüm bölümlerin podcast kayıtları cep telefonumda kayıtlı. Bazı günler bu programları tekrar tekrar dinliyorum.
Birçok yeni şey öğreniyorum ve birçok da yeni araştıracak şey; İhsan Yüce’nin Ekmek ve Şarap şiirini mesela orada dinledim, hatta İhsan Yüce’nin kim olduğunu orada öğrendim, her ne kadar bir sürü filminde kendisini seyretmiş olsam da. Sezen Aksu’nun Hadi Gülümse şarkısında neden “bir kedim bile yok” dediğini şimdi anlıyorum, Tomris Uyar ve 4 şairin hikayesini orda dinledim. Eski Türk filmlerinin hikayelerini, TRT zamanı yılbaşı mesajlarını ve daha neler. Programı dinlerken dünyanın anlamsız dert ve tasalarından hep uzaklaştım ve dönüşte daha iyi modda geldim. Çok da spoiler vermeyim ama şu an spotify de 108 bölüm var dinleyebileceğiniz her bir 1,5 saati aşan (162 saat eder bu da hiç durmadan neredeyse bir hafta dinleme fırsatı, ne kadar şanslısınız). Arada tekrar eden hikayeler de var ama olsun, zaten çok sefer tekrar dinleyeceksiniz bölümleri buna eminim. Herkese şiddetle tavsiye ediyorum kesinlikle kendinizden bir şeyler bulacaksınız.

Kolaylık olması açısından Facebook ve Insatagram Sayfalarını da paylaşıyorum burada :Facebook Instagram. Ayrıca Soundcloud ve Youtube Kanallarından da ulaşabilirsiniz.

Yazının kısa bir özetini yaparsak eğer size seyredecek 2 film önerdim (Radio Days, Being There), okunacak bir yazar tavsiyem oldu Jerzy Kosinski. Radyoda takip edebileceğiniz en bir program da tavsiye ettim Annemin Plakları. Bonus olarak Kerem Görsev ile Jazz ve Ayhan Sicimoğlu Latin Lovers programları da var atlamayalım.
Kendime moral aşıladım umutsuzluğumu dağıtmaya çalışarak ve bunu sizinle de paylaştım, işe yaradı mı hiçbir zaman bilmeyecek olsam da.
Bunun yanında biraz da kendimi mutlu ettim yazarak. Yuppie ağzıyla Win-Win durumu.
Zor günler geçiriyoruz, evet bundan şüphem yok, bunu söylerken bile yüklemde “geçme” var. Yani bunlar geçecek, biz enseyi karartmayalım.

Ne kadar sürç-ü lisan ettikse affola, haftaya görüşmek üzere, Eyvallah…

 

 

No Comments

Post A Comment