Naduş - Anıl Şakrak
16263
post-template-default,single,single-post,postid-16263,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

19 Tem Naduş

Dün 18 Temmuz idi, buruk bir gün: Naduş’u sonsuzluğa uğurladığımız gün. Naduş kim mi? Anaannem, anaannemiz, anaanneniz. Onu anaannem ya da anaannemiz diye sahiplenmem mümkün değil. Çünkü kendisi, benim ve kardeşlerim kadar bütün arkadaşlarımızın anaannesiydi. Hatta pazarcıların ve esnafın annesi.

Zor bir hayat yaşamış, zor bir kadındı hani “huysuz ve tatlı kadın” diye tabir edilenlerden. Ben doğduğumda geçirdiği ameliyattan dolayı akciğerinin büyük bir kısmı alınmıştı. Ben onu tekrardan yaşama tutundurandım onun tabiri ile. Bir de ilk göz ağrısı, kocasının ismi verilmişti bana: Hilmi.

Anaannem herkesi severdi ama beni başka severdi. Kız kardeşlerim onu kızdırmak için ne zaman “bokunda boncuk mu buluyorsun” dediklerinde bana olan düşkünlüğü ile dalga geçtiklerinde, “buluyorum” derdi.

Beni ayrı severdi ama gönlü o kadar genişti ki, herkes kendini sevdirecek yer bulabilirdi orada. Geriye doğru baktığımda bütün çocukluğumuz ve öğrenciliğimiz de, benim ve kızkardeşlerimin hayatına temas edip de anaannemin tebasına dahil olmayan yoktur herhalde.

İlk tanıştığınızda hanımefendi duruşu ile sizi büyülerken, tanıştığınızın beşinci dakikasında duyabileceğiniz okkalı bir küfürle sizi şaşırtabilirdi. Ama o okkalı küfürler sizi hiç rahatsız etmezdi. Kahkahası ise tescilliydi. Çok uzaktan bile onun kahkahasını ayırt edebilirdiniz.

Nesli anaannemin vefatında İngiltere’de idi ve güzel bir paylaşım yapmıştı. Oradaki bir alıntı aslında ne demek istediğimi çok güzel ifade ediyor:

“Şakrak ailesine ucundan bulaşmış birinin Nadusla bir anısının olmaması imkansizdi, ya okkalı bir küfürünü yemişsinizdir ya da mantısını…”

Mantı demişken, mantı önemli bir mevzu idi. Birimizin arkadaşımı gelecek bize kalmaya, Naduş hemen mantıya girişirdi. Sabah erkenden kalkar ve hamur açar, mantı yapardı. Şimdi bunda ne var diyeceksiniz ama gözden kaçırdığınız bir detay var. Öyle adam başı bir tabak değil, anaannem mantı yaptığında mahalle de doyardı. Yemek yaparken ölçüsü yoktu tıpkı severken olduğu gibi. Ama bir o derece de titizdi. Öğlen yenen yemek akşam sofraya getirilmezdi, yeni bir şey yapılırdı. Etsiz yemeğin yemekten sayılmayacağı ve yemek dediğinin tereyağ ile yapılacağı konularına girmiyorum bile. Zeytinyağa geçiş çok zor olmuştu onda.

Ama keyifle bir o kadar da sinirle hatırladığım ise Aşure etkinlikleriydi. Çevremde birçok aile bereket getirsin diye aşure yapar ve komşularına dağıtır. Çok keyif aldığım bir gelenektir bu. Ama çocukken aşure zamanı benim için bir travmaydı. Anaannem ve kardeşi büyükannem (ne alaka ise çocukken ona büyük taksi dermişim) beraber aşureye giriştiklerinde, sokakta büyük bir ateş yakılırdı. Anaannem ve Büyükannem birer cadı gibi o devasa kazanın başına geçerler ve büyülü bir karışım hazırladı. Onlar aşure yaparken benim gördüğüm bu idi. Ne kadar yazık ki, o dönemde fotoğraf çekmek bu zamanki kadar kolay değildi. Çok güzel instagram fotoları çıkardı o sahneden. Gelelim benim tramvama, o bir kazan aşure tüm mahalleye dağıtılırdı. Bilin bakalım kim dağıtırdı. Tabi ki ben ve kardeşlerim, Nes ufak olduğundan yırtardı bu işten ama ben ve Aslı, kapı kapı dolaşır aşure dağıtırdık tanımadığımız birçok kişiye, sonra da o tabakları toplardık.

Şimdilerde olsa idi kesin zabıtalar ile kavga ederdi, seçerek almak yasak olduğu için pazardan. Anaannem için pazara gitmek ayrı bir keyifti çünkü. Esnaf ile koyu sohbete girilir, her sebze-meyve ellenerek seçilir. Seçtirmeyen esnaf olursa önce bir arıza çıkarılır sonra bir daha ona gidilmez hatta gördüğü herkese şikayet edilir. Teyze diyene “ben senin annenim yavrum diye cevap verilir”. Yazın, bırakın Kuşadası Cuma pazarını, çevre ilçelere bile pazara gidilirdi. Onun pazarda kendisini kaybetmesini keyifle izleyebilirdiniz. Bir keresinde Ahmetbeyli’den Ada’ya geliyoruz. Ben araba kullanırken öne kurulurdu. Otururdu diyemem çünkü başka bir türlü anlatmak gerekir o duruşunu, şapkasıyla beraber. Aniden bir çığlık attı, korkudan fren yaptım ve ne olduğunu sordum: Köylünün sebze sergisindeki patlıcanlar çok güzelmiş. Geri döndüm ve aldık tabi ki.

Lisede iken YKM ve Yeni Konak dışında alışveriş merkezi diyebileceğiz PamCenter açıldığında onunla çok dalga geçerdik. Bir türlü söyleyemez, dili dönmezdi ve gülmeye başladığımızda alırdık hakkımız olan okkalı bir küfrü. Her yerde pazarlık ederdi, biz o pazarlığa başladığında kaçardık dükkandan.

Alkol kullanmazdı ama Aslı sayesinde arada bana o kahveli şeyden yapsanıza derdi: Baileys. Şimdi Aslı’ya vasiyettir, her mezarını ziyaret ettiğimizde bir bardak baileys ikram edilir.

Özel hayata çok girmek istemem ama Naduş elini biraz daha hızlı tutsaydı, 7 Kocalı Hümrüz’ün rakibi olabilirdi. 3 evlilik yaptı, ama Hilmi Bey’i hep başkaydı. En büyük takıntısı kendi evi olmasıydı, ama her kendi evi olduğunda yine bizimle yaşadı, bizi bırakamazdı.

İşte bizim Kokoş Naduşumuzun hikayesi. Maalesef bu yazıyla tanıyanlar kahkahasını, okkalı küfürlerini ve efsane yemeklerini deneyimleme şansına sahip değiller. Biz onu doya doya yaşadık, iyi ki de yaşamışız. Beş yıl olmuş Hilmi Beyine kavuşalı. Öldü demiyorum. Çünkü torunları hatta torunlarının çocukları bile onu yaşadı ve anlatmaya devam edecekler.

Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola, haftaya görüşmek üzere, Eyvallah…

2 Comments
  • Chris Dologh
    Posted at 10:53h, 20 Temmuz Yanıtla

    Kardeşim, ne güzel anlatmışsın, Tanımış kadar oldum sanki, keşke bir mantısını da yiyebilseydim 😉 Nurlar içinde yatsın !

  • Yasin Musafir
    Posted at 11:39h, 22 Temmuz Yanıtla

    Az yemedik mantısını ve laflarını:) Işıklar içinde olsun Naduş

Post A Comment