Endüstri4İnsan0 - Anıl Şakrak
16512
post-template-default,single,single-post,postid-16512,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

07 Şub Endüstri4İnsan0

Doğrultup belimizi kalktığımızdan beri iki ayak üstüne,
Kolumuzu uzunlaştırdığımızdan beri bir lobut boyu
Ve taşı yonttuğumuzdan beri
Yıkan da, yaratan da biziz,
Yıkan da yaratan da biziz bu güzelim, bu yaşanası dünyada.

Nazım’ın “Nereden Gelip Nereye Gidiyoruz” şiirinden bir alıntı ile başladım. Başlık her ne kadar Endüstri 4.0 üzerine bir yazı olacak havası verse de, amacım bu aralar moda olan bu kavram üzerine konuşmak değil. Ben “makinalaşmak istiyorum” ile başlayan insanın teknolojik yolculuğunda birey olarak nerede olduğunu düşünüyorum, ondan bahsetmek istiyorum. İddialı bir konu gibi görünüyor ama teknik bir makale yazmıyorum, kişisel bir blog bu. Sadece bu zamana kadar oluşan düşüncelerimi sizlerle paylaşacağım.

Homo Sapiens’ler yani atalarımız, dik duruşları, iki ayak üzerinde yürümeleri ve ellerini en verimli kullanan kara hayvanları olarak tanımlanabilirler. Bilinen ilk homo sapienslerin varlığına 300.000 yıl önce Afrika’da bulunan fosiller de rastlanır. Tarımla modern toplum olma yoluna girdiğimizi yazar tarih kitapları.

Ama teknoloji ve endüstride ise takvim ise biraz daha geç şekillenmiş durumda: 1712’de Buhar makinasının icadını Endüstri 1.0 olarak adlandırırsak devam eden süreçte yaklaşık 100 yıl sonra, 1840’de Telgraf, 1880 ‘de Telefonun icadı, 1920’de Taylorizm ile Elektrik ve İş Bölümüne dayalı seri üretime geçildi ve  Endüstri 2.0 seviyesine ulaştı.
1970’lerde bilgisayarların icadı ile üretim süreçleri otomasyonları Endüstriyi 3.0 seviyesine taşıdı. 1990’larla başlayan Otonom Makinalar ve Sanal ortamlarla artık Endüstri 4.0 konuşmaya başladık.

Bu aralar en büyük moda Endüstri 4.0 konuşmak; her sektör kendi açısından bakıyor tabi ki, karanlık fabrikalar, büyük veri, arttırılmış gerçeklik, nesnelerin interneti, siber-güvenlik ve bulut teknolojisi bu aralar en çok duyduğumuz kavramlar. Merak etmeyin hiçbirine girme gibi bir niyetim yok. Sadece teknolojinin ilerleme hızı gelecekte “Skynet” gibi bir düşman yaratır mı diye kaygılar taşıyorum tabi ki.

Ama ben olaya başka bir açıdan bakmak istiyorum bu hafta. Bu bakış açımı ya da kaygımı oluşturan en önemli kavram “düğmeye basma” üzerine kurduğumuz yeni yaşam tarzı.

Sanırım yine Dilbert’tan destek alacağım, “The Dilbert Principle” kitabından ufak bir alıntı:

Matbaalara sahip olduğumuzda neredeyse mahvolduk. Çünkü, o zaman her yeni akıllı sapkın iyi bir fikirle ortaya çıktığında, bu yayınlandı ve paylaşıldı. Her iyi fikir üzerine bir şeyler inşa edildi, medeniyet patladı ve teknoloji doğdu. Hayatın karmaşıklığı geometrik olarak arttı. Her şey büyüdü ve daha iyi hale geldi. Beyinlerimiz Hariç. 
Bilgi ve teknolojiye zekadan önce sahip olduk.

Şimdi bu nereden çıktı diyeceksiniz. Sosyal medya mecraları ortaya çıktığından beri aktif olarak kullanan birçok arkadaşım, Whatsup’ın sözleşme yenilemesiyle başlayan kavimler göçüne katıldılar. Yıllardır paylaştıkları kişisel bilgilerinin whatsup tarafından başkalarıyla paylaşılmasının kaygısına düştüler. Bu yazışmaların açığa çıkmasını güvenlik sorunu olarak kabul ettiler. Oysa endüstri 4.0 ‘ın Big Data yani Büyük Veri bileşeni zaten bunun için yıllardır hayatımızdaydı.
Yıllardır Victoria’ya söylerim: Ey Victoria’ya iki kişinin bildiği sır, sır değildir diye. Buna rağmen Whatsup’daki yazışmaların ifşa olmasından oluşan kaygı, başka hizmet sağlayıcılarına akın olarak yansıdı hayatımıza. Peki sorum şu; bu diğer firmalar ücretsiz olan bu hizmetlerini kamu hizmeti olarak mı yapıyorlar? Nereden para kazanıyorlar? Neyse fazla karıştırmayım bu konuları.

Bu kavimler göçü sırasında hayatımıza yeni bir sosyal medya mecrası girdi: Clubhouse. Davetiye ile girilen ve her yeni girenin en fazla 2 davetiye hakkı olan, serbest kürsü konuşma platformu. Davetiyenin sınırlı olması nedeniyle davetiye arayan insanlara bile rastladım. Yeni olduğundan olacak kimse bu yeni uygulamanın gizliliğini sorgulamadan daldı içeriye. Bunu da sosyalleşme adıyla yapıyor olmamız ise gerçekten çok komik. Uzun zamandır daha doğrusu sosyal mecraların hayatımıza girmesiyle hepimiz ya da biraz daha yumuşak bir söylemle çoğumuz, fiziksel sosyal ortamlarda bile asosyal olmayı seçiyorduk. Ama pandemi ile sosyal ortamlardan koparıldığımızdan olacak asosyal sosyalliğimizi özledik. Hayatımıza giren her yeni deneyime hiç sorgulamadan atlıyoruz.

Günümüzde teknolojiyi red ederek yaşama imkanımız yok, en azından ben öyle düşünüyorum. Özel hayatımın gizliliğine önem veriyorsam önce kendim önlem almalıyım. Bu alacağım önlemler için teknolojik bir yatırıma da ihtiyacım yok.

Geçenlerde katıldığım bir sohbette, telefon ve mesajlaşma adabı üzerine konuşuluyordu. Birçok katılımcı, uygunsuz saatlerde aranmaktan ya da mesaj almaktan dolayı şikayet ediyordu. Söz aldım ve ne tür bir telefon kullanıyorsunuz diye çok basit bir soru sordum. Aslında akıllı telefon kullanmayan tanıdığım kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Ama telefonların akıllı olması, onları sahip olanların bunu akıllıca kullandıkları anlamına gelmiyor. Oysa akıllı telefonunuza odaklanacağınız ve ulaşılmaz olacağınız saatlerde sizin için nasıl davranması gerektiğini öğretebilirsiniz. Hatta rutinlerinizden o da öğreniyor sizi.

Dilbert’ın da belirtiği gibi teknoloji çok hızlı gelişiyor, hatta beyinlerimizden bile hızlı. Bu hız maalesef bizde aşırı telaş ve sonrasında kaygı yaratıyor. Hiçbir zaman teknoloji düşmanı olmadım hatta teknolojiyi takip eden ve sürekli kendini geliştiren biri olduğumu düşünüyorum. Ama “düğmeye basma” yaklaşımına inanmıyorum. Arka plandakileri anlayabilmek için sürekli araştırıyorum. İş yerinde de en büyük kavgam bu teknoloji anlamadan veya anlamaya çalışmadan kullananlar insanlarladır.

Hiçbirimizin Geek olması gerekmiyor aslında kullandığımız teknolojinin temellerini anlaması için ama biraz merak gerekiyor. Aksi halde rüzgarda savrulanlar gibi bir yabancı ülkeyle politik bir kriz yaşadığımızda ülkemizde üretilen meşrubatı dökerek ya da ucuz iş gücü nedeniyle uzakdoğuda ürettirdikleri ve satın alırken bir servet ödediğimiz telefonu kırarız, bunlardan birini yapmasak da özel her şeyimizi kendi istemiz ile paylaşırken, bir sürü psikolojisiyle bir ücretsiz mesajlaşma programından kavimler göçü ile başka bir ücretsiz mesajlaşma uygulamasına geçeriz.

Son cümle, yıllar önce rastladığım bir iş güvenliği sloganından.

Bu makinanın aklı yoktur, lütfen kendi aklınızı kullanın.

 

Ne kadar sürç’ü lisan ettikse affola, bir sonraki yazıda görüşmek üzere
Eyvallah…

 

 

1Comment
  • Yasin Musafir
    Posted at 17:07h, 03 Haziran Yanıtla

    Kendi aklımızı doğru yönde kullanabilirsek ne ala yoksa halen elektrik açma kapama düğmesinin üzerine, nasıl kullanılacağına dair düşülen notların canlı şahitleri olarak şüphelerimiz her daim

Post A Comment