Electrification - Anıl Şakrak
16163
post-template-default,single,single-post,postid-16163,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

14 Haz Electrification

Bu haftaki yazımda sizlerle geçen iki hafta sonu keyif alarak deneyimlediğim e-bisikletten bahsetmek istiyorum.Daha önce ki yazımda kariyerimdeki değişimi, otomotivden bisiklete geçişimi anlatmıştım. Bu sefer, bir bisiklet kullanıcısı olarak deneyimlerimi paylaşacağım. E-bisikletler maalesef Türkiye’de fazla tanınmıyor ve daha önce piyasaya sürülen e-mopedlerin elektrikli bisiklet olarak adlandırılmasından dolayı da hala onlarla karıştırılıyor. Hatta Bised ‘in (Bisiklet Endüstrisi Derneği) bu ürünlerle ilgili yaptığı çalıştayda bu ayrımı netleştirmek için e-bisiklet tabirini kullanma kararı almıştık.

1890’larda Amerika’da çok sayıda e-bisiklet patent başvurusunda bulunulmuş. Bisikletin tarihinin 1817 yılında Kont Von Drais’in Draisin’i ile başladığı düşünüldüğünde elektriği bisiklete adapte etmek için insanoğlu çok beklememiş.

Bu arada sanılanın aksine bisikleti Da Vinci bulmadı. Eğer google’larsanız Da Vinci’nin “Codex Atlantius” da bulunan bisiklet çizimlerinin sahte olduğunu okuyabilirsiniz. Başka bir yazıda, fabrika ziyaretleri için kendimce hazırladığım bisiklet tarihçesini de buradan paylaşmayı planlıyorum.

Tork Sensörü ve Kontrol sistemleri 1990’larda geliştirildi. Pedal destek kavramı (Pedelec- Pedal Assisted Cycle) 1993 yılında Yamaha tarafından geliştirildi.

Günümüze gelirsek; E-bisiklet ya da Elektrikli Bisiklet diye adlandırdığımız bisikletler, motor adaptasyonuna göre ön veya arka tekerde “hub-motor” ya da orta da “mid motor” olarak ikiye ayrılmaktadır. Buna ek olarak pedal destekli veya gaz kumandalı diye de ayırabiliriz. Son olarak da hızlarına göre pedelec (25 km/saat destek verenler) ve speed-pedelec (45 km/saat destek verenler) ayrılmaktadır.

25 km/saat hızı Avrupa’da yasal limit olup Amerika’da bu yasal limit 32 km/saattir. Türkiye’de Avrupa birliği dahilinde kullandığı kanunlar geçerli olup e-bisikletlere ruhsat ve ehliyet gerekmemektedir. Fakat bunun için bazı teknik şartlar bulunmaktadır: elektrik desteği pedal çevrildiğinde devreye girmeli ve bisiklet 25 km/saat hıza ulaştığında ya da pedal çevrilme bırakıldığında devreden çıkmalıdır. Aksi haldeki ürünlerde, gaz kumandalı ya da speed pedelecler, ehliyet ve ruhsat gerekmektedir. Türkiye’de speed pedelec bulunmamakta ama gaz kumandalı ürünler arkalarında “elektrikli bisiklet” yazan tabelalar ile ehli olmayanlar tarafından kullanılmaktadır. Eğer google’da elektrikli bisiklet kazalarını aratırsanız hep bu ürünlerin karıştığı kazalara denk gelirsiniz.

Bu kadar tarihsel ve teknik bilgiden sonra biraz da e-bisikletlerin sağlık açısından faydalarına değinmek yerinde olacak. E-bisiklet teknolojisi Avrupa’da ilk olarak, yaşlı veya diz sorunları yaşayan insanların bisiklet kullanmalarına devam etmek için şehir bisikletlerinde uygulanmaya başlandı. Zaman içerisinde ise, e-bisikletlerin kullanım alanları çok genişledi. Artık dağ, yol, katlanır veya kargo bisikletlerin elektrikli versiyonları bulunmakta. Bisiklet sektörüne girdiğimde grubun raporlamalarında “bike” ve “e-bike” ayrımı vardı. Şimdi bu ayrım “e-bike” ve “non e-bike” oldu 4 sene içinde. Yakın bir gelecekte Avrupa’da e-bisiklet satışının normal bisiklet satışını yakalayacağı konusunda öngörüler var.

Peki bisikletçi dostlarım e-bisiklete nasıl bakıyor? Yol bisikleti kullanan bir çok dostum, e-bisiklete hile olarak bakmakta, onları anlayabiliyorum. Kan ve göz yaşı ile çıktıkları o rampalara bende çıkabilmekteyim onlar kadar yorulmadan.

Ama olaya biraz daha farklı bakıyorum. Bu haftaki yazının ana fikri de bu aslında. Herkes sportif olarak aynı seviyede olamaz ve birçok sebebten dolayı da hiçbir zaman o seviyeleri yakalayamaz. Fakat o rampanın tepesinden manzaraya bakmaya herkesin hakkı var diye düşünüyorum.

4,5 yıldır bisikleti daha aktif kullanıyorum. Ulaşımda mümkün olduğu kadar bisiklet kullanıyor ve amatörce granfondo yarışlarında kendimle yarışıyorum. Fakat geçen sene bu zamanlarda, kalçamda sürekli bir ağrı hissemeye başladım. Doktora gittiğimde çokta hoş olmayan bir gerçekle karşılaştım. Kalçamda doğuştan var olan bir komplikasyonun yıllar içerisinde ilerlemesi ile tedavisi sadece ameliyat olan bir rahatsızlığım olduğunu öğrendim. Doktor, yaş olarak bu ameliyat erken olduğunu, spor olarak koşu ve yürüyüş yapmamam gerektiğini ama acil kilo vermek gerektiğini söyledi.  İlk sorduğum soru bisiklet kullanabilir miyim idi. Evet cevabını aldığımda çok sevinmiştim ama dikkat etmem gerektiğini söylemişti.

Bu sorunu kabullenmem kolay olmadı, lise ve üniversite yıllarında aktif bir voleybol oyuncusuydum. Fena da sayılmazdım. İş hayatına atılınca ise spor disiplinini kaybetmiştim. Bisiklet sektörüne girince tekrardan bir tempo kazanmıştım ve çok mutluydum. Bu haber biraz üzmüştü beni. Uzun süre bisiklet kullandığımda, bisikletten inerken bile sorun yaşabiliyordum artık. Daha önce e-bisiklet deneyimim olmuştu ama hala yol bisikletim ya da gravel bisikletimle yaptığım turlar çok keyif veriyordu. İlk sektöre girdiğimde dropbar gidonlu bisiklet kullanamam derken artık katlanır bisikletim hariç tüm bisikletlerimin gidonu dropbar tipinde olmuştu. Bilmeyenler için drop bar gidon dediğim aslında yarış bisikleti tipi gidonudur.

Biraz şanslı olduğumu düşünürüm, (kişi kendi şansını kendi yaratır) bu sene yeni bir ürün vardı koleksiyonda: e-gravel. Daha ilk günden, ürün siparişleri verirken hemen bir tane ekletim kendim için. Malum Covid-19 nedeni ile önce uzakdoğuda tedarik zincirinde gecikmeler oldu sonra da üretimde gecikmeler, ama sonunda e-gravelime kavuştum. Gravel bisikletler piyasaya çıktığında Tasarım Merkezi Direktörümüz Gürol çok güzel bir tabir kullanmıştı gravel bisikletler için: tüm bisikletlere hükmetecek bir bisiklet diye Yüzüklerin Efendisi’ne atıfta bulunarak. E-gravel ise tüm bisikletlere hükmetecek bisiklete hükmeden bisiklet bence.

Şimdi sırada son iki hafta sonu Çeşme’de E-gravelim ile yaşadığım deneyimlerime. Daha E-Gravelime bir isim koymadım. Daha önceki tüm bisikletlerimin bir ismi var ama e-gravel daha ismine kavuşamadı. Kızılderililer gibi yaptım bu sefer bisiklet günler içerisinde ismini kendi kazanacak.

Daha önce Çeşme’de Bisiklete binen dostlar ile bir çok sefer turlara katılmıştım. Benim katıldığım turlarda genelde asfaltta kullandığımız ve sonunda Alaçatı’da kahve içtiğimiz bir rutin vardı. Geçen hafta Selim ve Metin Bey ile buluştuğumuzda Çiflikköy’den benzer bir rotada başlamıştık tura, ama devamında ise gördüğümüz bir patikaya saparak yoldan ayrıldık ve fark orada başladı. Rampaları çıkarken destek alarak kalçamda ve dizimdeki ağrıyı yönetebiliyordum. Yol olmadığı içinde hiç bir zaman göremeyeceğim yerleri keşfetme şansına sahiptim. İlk gün 60 km’lik bir parkur ile başka türlü görme şansım olmayan bir çok yeri keşfettik. Eve döndüğümde ne bir ağrım vardı ne de aşırı bir yorgunluğum.

Sanılanın aksine e-bisikletle de bir efor harcıyorsunuz. 60 km’lik parkur da ortalama nabzım 140 idi. Ertesi gün sabah tekrar buluştuk ve bu sefer Alaçatı istikametine giderken her zamankinin aksine başka yola saptık, sonra yol bitti ve patikada devam ettik. Kekik ve iyot kokuları arasında rampaları dert etmeden ama efor da harcıyarak keyifli bir 30 km yaptık.

İzmir’e dönünce hafta sonunu iple çektim ve dün tekrar sabah buluşup bu sefer başka bir rotada devam ettik. Çeşme merkezden Dalyan’a oradan Aya Yorgi’ye ulaşıp sonunda Alaçatı’da kahvemizi yudumladık. Bu sabah ise 5 kişi Alaçatı Havalimanına doğru, geçen pazar yaptığımız rotanın devamını getirip denize ulaştık. Gruba bugün katılan Kenan ve Ertan dün E-Gravelleri ile Çeşme’den Karaburun’a balık yemeğe gitmişlerdi.

Daha önce söyledim ben Adalıyım, Çeşmeyi fazla bilmem. Ama benimle beraber pedallayan Selim ve Metin, yıllardır yazları Çeşme’deler. Onlar bile bu gittiğimiz rotaları, gördüğümüz yerleri ilk defa deneyimliyorlardı ve şaşkınlık gizlemiyorlardı.

Bu yaz daha keşfedecek çok yer var, korkmadan inilecek rampa önümüzde. (her inişin bir çıkışı gerçeğini e-bisiklet bir nebze unutturuyor size) Hatta pedallarken Sakız Adasına da bir tur yapsak mı acaba diye konuştuk bile. Hızımızı alamadık, başka nerelere gideriz dedik.

Çok kıskandırmadan ve nazar değdirmeden anlatmaya çalıştığım E-bisiklet deneyimimi yazarken E-Bisiklet fiyatlarının pahalı olduğunda yakınan bir çok dostum olduğunu biliyorum. Maalesef tüm bisiklet sektöründe olduğu gibi E-Bisikletlerde de ithal girdi çok fazla bu nedenle fiyatlar ortadan motorlularda 11.500 Tl’e ile  20.000 TL’e arasında bisikletin tipi ve kullanılan motora göre. Bu rakam Türkiye şartlarında bir “hobi aracı” için pahalı bir rakam olabilir. “Hobi Aracı” kelimesini özellikle tırnak içinde yazdım ben bisikletin sadece bir hobi aracı olduğunu düşünmüyorum.

Hükümet Covid-19 sonrası Sosyal Hayatı Destek Kredi paketine bisikleti de aldı. Buna “bisikleti de artık krediyle mi alacağız” serzenişleri de olduğunu takip ettim sosyal medyadan. 15.000 TL’ye satın alacağınız bir E-Bisiklete ilk 6 ay ödemesiz daha sonra 54 ay için aylık 350 TL civarında bir para ödeyeceksiniz. Bu bisikleti 6-15 Km arası işe ulaşımda da kullanabilirsiniz. Terlemeden, bu trafik sıkışıklığında aracınız ile aynı sürede ulaşırsınız gideceğiniz yere. Hem ulaştığınızda, aracınız için park yeri arama süresini kazanırsınız hem de min. 15TL olan bir otopark ücretinden kurtulursunuz. Sadece otopark ücretiniz bu arada aylık 300 TL tutuyor. Aracınızın yaktığı benzin ve araç bakım-amortisman giderlerinden bahsetmiyorum bile. Hele sigara içiyorsanız günlük bir paket sigaranın size aylık masrafı 450 TL. Eğer içiyorsanız sadece sigarayı bırakarak bile bu taksitleri ödeyebiliyorsunuz. Sigara ve otoparkların sık sık zamlandığını da unutmamak lazım. Ulaşım için kullandığınız bir E-Bisikleti hafta sonu benim gibi hobi ve eğlence amaçlı kullanmalarınız ise işin bonusu.

Bu arada elektrik destekli ya da değil bir bisiklet alarak hayatınızı değiştirebilirsiniz. Mark Twain dediği gibi “Bir bisiklet alın, kesinlikle pişman olmazsınız”

Ulaşımda bisiklet kullanarak kendi bütçenize destek olduğunuz gibi daha sağlıklı bir yaşam kalitesine de ulaşıyorsunuz. Ülke ekonomisine de katkınız oluyor tabi ki. Bisikleti doğru kıyafet ile dört mevsimde kullanabilirsiniz. Bahane üretmek kolay, nasıl yapıldığını öğrenmek istiyorsanız biraz googlelarsanızı Kopenhag’da ya da Ulretch’de yaz-kış insanların nasıl ulaşım için bisiklet kullandıklarını görebilirsiniz. Bisiklet yolları da , bisiklete saygı da yollardaki bisikletli sayısı arttıkça gelişecektir.

Bisikletin ülke ekonomisine başka bir faydası da var: Turizm. Bisikletli Turizm mi olur demeyin. 2017 yılında yapılan araştırma da Avrupa’nın bisiklet turizminden geliri 44Milyar Euro ile kurvazör turizminden daha fazla (39Milyar Euro). Turizm Bakanlığı ve birçok turizmci bu pazardan pay kapmak için hazırlık yapıyor. Ülkemiz bisiklet turizmi için cennet sayılabilecek rotalar sahip ve birçok bisikletçi dostum bu rotalarda halihazırda pedallıyorlar. Bu konuda hazırlanmış ve hergün içerikle zenginleşen bir web sitesi de var. Bence bu siteyi takip edip yakın zamanda planlayacağınız bir tatil rotasını seçebilirsiniz. Sosyal Mesafeye de daha rahat dikkkat edersiniz.

Bu yazıda, geçen iki hafta da çektiğim fotolardan bazılarını da paylaşmak istedim sizlerle canınız çeksin diye. Pedallarken espri olsun diye yaptığımız insta canlı yayınlarında “İtalya olsa beğenirsiniz” demiştim. Birçok bisikletçi arkadaşım sürekli olarak burası neresi, rotanız neresi diye sordu. Oysa çoğu tatil amaçlı Çeşme’ye gelmiş ve belki de bizim pedalladığımız rotalara yakın yerlerde bulunmuşlardı.

Möhim Not: Oraları biz keşfetmedik zaten hali hazırda oralar da pedallayan birçok dostumuz var.

Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola, haftaya görüşmek üzere, Eyvallah…

Bu kadar bisikletten bahsettikten sonra kitap ve film önerilerinin bisiklet ile ilgili olması çok şaşırtıcı gelmemiştir umarım.

[/vc_column][/vc_row]
birturversene

Bisiklet üstüne çok kitap var kitapçılarda bulabileceğiniz. Ama dostum Aydan’ın kitabı “Bir Tur Versene”, bisiklet kültürü üzerine bir güzelleme bence. Kütüphanenizde bulunmalı…

premium rush

Tıpkı bisiklet kitapları gibi çok bisiklet filmi var seyredebileceğiniz. Ben bu sefer aksiyonu bol bir film seçtim: Premium Rush. 2012 yapımı olan film aslında bir polisiye, Newyork’da geçiyor. 2012 yılında Newyork’da bisikletli kargolar var. Daha bizde yok ya da çok kısıtlı birkaç donkişot var buna gönül vermiş. Bu arada filmin has oğlanının şehir içinde fixie bisiklet kullanması da efsane.

5 Comments
  • Levent Vardar
    Posted at 23:25h, 14 Haziran Yanıtla

    Ama gercekten fiyat konusu buyuk sikinti. Ben Kusadasi’nda yasiyorum. Kent ic8nde bisiklet binebileceginiz duz alan toplasaniz 3-5 kilometreyi gecmez. Gerisi ise grand turlarda bile ritqya konmayacak diklikte, hele benim eve cikan yol bir ara telefondaki bir app ile olcmustum, 28 falan gosteriyordu. Ama bunun yaninda bir kqc dik yokusu ekarte ettiginiz qnda kentin her yqninda onlarca kilometre yapabileceginiz cok guzel yerler var. Ama tqbi bir de donusu var bunun. Inanin sabah yola cikacagim da nasil da guzel bir gun gecirecegimden ziyade donusu nasil yapacagim diye dusunmeye baslayinca bisiklet binenin zevki bile kaciyor. Eger butceyi ayarlayabilirsem kesin alacagim…

  • sami duman
    Posted at 15:51h, 16 Haziran Yanıtla

    Müthiş bir yazı …Bisikleti hayatının merkezine koymuş birisi olarak yazı nasıl bitti anlamadım. Yokuş aşağı uzun bir rampa iniyormuşum gibi geldi okurken…Kendim için E-bisikleti çok uzak görüyordum hep .Hala da yaklaşmış değil ama neden olmasın ? diye düşünmeye başladım..

  • Turgut Çırpanlı
    Posted at 10:12h, 28 Eylül Yanıtla

    Öyle bir yazmışsın ki, kahvemi bitirmeden Sirkeci’den bir e-gravel almaya gidebilirim. 🙂

  • Mert Taşçıoğlu
    Posted at 03:28h, 25 Ekim Yanıtla

    Merhaba Anıl Bey,
    Bu gece çok küçük bir tweet (bisiklet ihracatı 50M€ ya ulaştı) haberi peşinden yolculuk beni sizin blogunuza kadar getirdi.
    Önce hangi şirketler BİSED üyesiymiş diye baktım. Oradan accell diye Hollanda merkezli bir firmayla tanıştım. Sanki Borsa istanbul’a da koteydi bu firma diye hatırlayıp 2019 faaliyet raporunu okurken, bisiklet alma sürecinde sürekli araştırdığım markaların sahibinin bu firma olduğunu öğrendim. Sonrasında accell’in aslında manisadaki bu fabrikayı satın aldığı ve üretimin bir kısmını burada yaptığını öğrendim. Ve yöneticisini linkedine yazdım 30 tane ortak contact çıktı 🙂
    Sonra Odtü’de okuduğunuzu, Ford’ta çalıştığınızı gördüm (gerçi linkedin de bahsetmemişsiniz ama bir yazınızda inönü fabrikası ve Mahmut beyden bahsetmişsiniz) blogu okumaya daldım…
    Gece gece bukadar akışa kapılınca bir geri bildirim vermek şart oldu 🙂

    Bende OdtüMETE 2009 mezunuyum, Master sonrası İnönü Otosan’da Muhammet Bektaş ve Cihat Eren Beylerle sonrasında Sancaktepe’de Bülent Balta Ersin Kartal beylerin ekiplerinde çalıştım. Benim de blogum vardı(merttascioglu.blogspot.com), epeydir yazmıyordum, sizinkini görünce yine heveslendim. Aynı yerler farklı zamanlar, dünya enteresan yer.
    2 yıldır Hollandadayız otomotivde çalışmaya devam.
    TR deyken aldığımız ghost bisikletlerimize burda öcü gibi bakıyorlar 🙂 eşim(45kg) oğlumuzu(15kg) rahat taşısın diye aldığımız e-bike ıysa sizin rakipten almışız (gazelle) farkında olmadan.

    Diyeceğim o ki e-bike bu zamana kadar aldığımız en mutluluk verici araç oldu bizim için. 🙂
    Herkese tavsiye ederim. Burada dağ olmadığından e-mountainbikea ihtiyaç yok ama TR’de o rotalarda nekadar keyifli olabileceğini tahmin ederim. 🙂 Belki birgün yolunuz düşer, Eindhoven’a bekleriz.
    Selamlar

    • anilsakrak
      Posted at 17:21h, 27 Ekim Yanıtla

      Mert Bey, hayat tesadüfleri sever, ben Tofaş’da çalıştım ama daha sonra yan sanayi de çalışmaya başlayınca Ford’la da sıkı çalışmaların oldu tabi. Hala Yalın Düşünce konusunda Yalçın İpbüken ve Mahmut Beyin sunumlarının üstüne rastlamadım.
      İnönü fabrikasına çok ziyaretim oldu.
      Hollandaya gelmeye başladığımda mutlaka uğramaya çalışacağım size.
      Selamlar.

Post A Comment