Büyülü Fener - Anıl Şakrak
16519
post-template-default,single,single-post,postid-16519,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

28 Şub Büyülü Fener

Hilmi Dedem, Mithatpaşa Endüstri Meslek Lisesi’nden mezun olduktan sonra Elhamra Sinemasında stajer makinistlik yapmış 30’larda. 1940’larda da Aydın Park Sineması’nda makinistlik yapmış. Makinist Hilmi Gülman’ın torunu olarak, hem de Hilmi ismini taşırken sinemaya ilgisiz kalmam tabi ki mümkün değildi. Sinema, tıpkı müzik gibi hayatıma renk katan hobilerimin başında gelir. Yanlış bir anlaşılmaya neden olmayayım; ne bir enstrüman çalabilme, ne de kameranın arkasına geçip bir film çekebilme yeteneğim olduğuna inanmıyorum. Müzik yeteneksizliğim farklı zamanlarda kendini ispat etti, film konusunda ise, ispat değil kabullerle gidiyoruz. Ama bu iki alanda da gelişmiş bir zevkim olduğuna inanıyorum.

Bu hafta, çizgi film kahramanlarıyla başlayan ve televizyonla devam eden üçlememi sinema ile sonlandırıyorum. İlk iki yazıyı okuyanları çok iyi bildikleri gibi, sinemanın ve sinema salonlarının hayatıma dokunmalarından başka bir şey anlatmayacağım sizlere. İlk iki yazıda birçok dostumdan çok güzel geri bildirimler aldım, benzer şeyleri yaşamışız, bunları yeniden hatırlamak benim kadar onlara da iyi gelmiş. Değinmeden geçemeyeceğim; bunu bilmek ekstra bir baskı yapıyor bana.

Ben büyürken, sinema hiçbir zaman televizyona rakip olmadı. Televizyon bu rekabeti evlere girerek zaten kendi lehine bitirmişti daha ben kendimi bilmeden. Günümüzde durum ne diye sorarsanız ona da yazının sonunda geleceğim.

***

İlk gittiğim filmi hayal meyal hatırlıyorum: “King Kong”. Sinema, Kuşadası’nda kışlık Doğan Sineması ya da İzmir Çınar Sineması olabilir ama kimle gittiğimi kesinlikle hatırlamıyorum. Net olarak tek hatırladığım ise, King Kong gökdelenin tepesinde sallanırken gözlerimi ellerimle kapatıp, parmaklarımın arasında yine de perdeye bakmaya çalışmamdı.
Sizin gidemeyip, içinizde uhde kalan film var mı? Benim bir sürü oldu ama ilkini hiç unutmadım: “Supermen”
Ailecek Kemeraltı’na alışverişe gelmişiz Kuşadası’ndan. Arabayı Kemeraltı girişinde park ettik ve o an gördüm Çınar Sineması’nda oynayan filmi. Annemi ikna etmek için aklınıza gelecek her şeyi yaptım ve  başarılı oldum ama bilet kalmamıştı. O an hayatımın en kötü anını yaşadığımı düşünüyordum. Küçükken hayal kırıklıklarımız bile güzeldi.

İlkokul hayatım boyunda sinema, yazın ailece gerçekleştirilebilecek en güzel akşam eğlencelerinin başında gelirdi. Akşam sinemaya gitmek için rüşvet olarak öğle uykusuna itiraz etmeden yatılırdı. Kuşadası’nın 2 tane yazlık sineması vardı, Doğan ve Seçkin. Seçkin’e gidip gitmediğimi hatırlamıyorum ama Doğan’a kaç kere gittiğimi sayamam. Gün içerisinde bir kamyonetin arkasında filmin posteri şehirde dolaştırılır ve anons edilirdi. Telefonla locada yer ayırtılırdı. Loca dediğimiz, en arkada, iki basamak yükseklikte, tuğla duvarlarla ayrılmış içerisine 3 önde 3 arkada sandalye konulabilen yerlerdi. Bir nevi restoranlardaki aile yeri gibi. Neler seyretmedim o sinemada: ilk aklıma gelenler “E.T.” , “Gol Kralı”.

Ortaokul için İzmir’e taşındığımızda ise sinema hayatımda daha önemli bir yere gelmişti. Bizim neslimiz için film öncesi verilen fragmanlar çok önemliydi. Çünkü yeni filmleri öğrenebileceğimiz tek kaynak bu fragmanlardı. Seansların yaşa göre anlamı vardı; cumartesi saat 2 de başlayan seans çok önemliydi. Aynı filme birden fazla kez gidebilirdik.

O zaman sinemalar sinema gibiydi, daha cep sinemaları icat olmamıştı. Her sinemanın başka bir ruhu vardı ve seyrettiğin filmle yeni anlamlar yüklenirdi.
Köşk Sinemasında “Var Olmanın Dayanılmaz Hafifliği” adlı filmi seyrettim, tabi ki o zaman bu filmi Milan Kundera’nın romanından uyarlandığı için değil, erotik sahnelerinden dolayı seyretmek istemiştim.
Çınar sinemasında “Ölü Ozanlar Derneği” ve “Indiana Jones 3” seyretmiştim. “Ölü Ozanlar Derneği” filmine bir Cuma günü okul çıkışı seansına yetişmiştim hatta okul kıyafetlerimde üstümdeydi. Film sonunda ne güzel hayaller kurarak dönmüştüm sahilden yürüyerek Alsancak’a. “Indiana Jones” filmine Cumartesi akşam seansına gitmiştik Bora ve Aydın ile. Elimizde kaykaylar ile en arkada merdiven boşluğunda oturmuştuk. Kaykaylardan sehpa yapmıştık ayaklarımız koymak için. Dönüşte ise boş yollarda kaykay ile dönmüştü evlerimize. Çınar sineması sen ne güzel bir sinemaydın. Müşfik Kenter’den “Bir Garip Orhan Veli” oyununu da seyretmiştim orada.
İzmir Sinemasına, öğle seansına kızlı erkekli, akşam seansına ise erkek erkeğe gidilirdi. Hatta, “bizim akşam başka programımız var” diye bizi eken arkadaşlarımız, yanımızdaki son 2 koltuğa bilet alabilir ve dilimize düşerlerdi. İsim vermeyim onlar kendilerini bilirler. İzmir Sinemasında “Batman”, “Hayalet Avcıları”, “Pretty Woman” gibi efsane filmleri seyretmiştim. Gerçi İzmir Sinemasında oynayan her filmi seyretmişimdir o yıllarda hatta birkaç kez.
Kemeraltı’nda Çınar sineması haricinde Konak, Şan ve Sema sinemaları vardı. Tabi ki İzmir Sineması’nın lojistik avantajından dolayı, bu sinemalara gerçekten özel bir film var ise gidilirdi. Filmleri nerden mi öğrenirdik, tabi ki internetten değil, gazetelerin Ege eklerinde verilen reklamlardan. “Moonwalker”, “Evde Tek Başına”, “Hot Shots”, “Rambo 3” bu sinemalarda gittiğim bazı filmler.
Ghost” filmine de 4 çift olarak bu sinemalardan birinde gitmiştik, bunda komik bir durum yok ama sınıftan iki arkadaşımızın erkek erkeğe bu filme gelip bize rastlamaları hala aramızda gülerek hatırladığımız bir anıdır.
Karşıyaka’da ise Karşıyaka ve Deniz Sinemaları vardı. Karşıyaka Sinemasında “Lambada” filmine gitmiştim, arkamdaki askeri lise öğrencisi bütün film boyunca filmin melodisini ıslıkla çaldı, kabus gibiydi. Bir akşam da Amcaoğlum Şefik ve onun lise arkadaşı Oytun ile Stephen King’in “Hayvan Mezarlığı” filmine gitmiştik. Korku filmi sevmezdim ama akşam seansında Deniz Sinemasına gidebilmek heyecanlandırmıştı beni. Sonuçta dönüş zorluğundan dolayı çok mümkün olmayan bir şeydi. Yalnız yaşayan Oytun’da benim gibi korku filmi sevmeyen biriydi ve film boyunca her korkutucu sahnede ekran yerine bana bakmaya başladı. Belli bir süre sonra ekrandaki kötü karakterleri, her kafamı çevirdiğimde Oytun’un suratında gördüğümden korkum daha da arttı.

Yazın İzmir’de olmadığımızdan İzmir’in yazlık sinemalarını hiç bilemedim. Sadece bir kez, Göztepe Sinemasında “Zor Ölüm” filmine gitmiştim Eniştemle. İkiçeşmelik Saray Sinemasına hiç gitmedim ama giden arkadaşlarım vardı. İsimleri bende kalsın.

***

Ankara’ya üniversite için gittiğimde ise bu sefer Ankara sinemalarını keşfettim. İzmir’de Çınar ne ise Ankara’da Akün o demekti. Eğer Akün Sinemasına gidecekseniz öyle sıradan bir gün yaşayamazdık. Gündüz Dost Kitapevine uğrar ve edebiyata doyar, devamın da Kebab49’da yemek yer, Likya Cafe’de bir şeyler içerdik. “Pulp Fiction”, “İngiliz Hasta” ve Brad Pitt’in “İhtiras Rüzgarları” filmi aklıma ilk gelenler.

Ankara’da önemli bir sinema da Kavaklıdere Sinemasıydı. Ankara Film Festivalinde ne efsane filmler seyrettim orada. Devamında da Esat’a Aspava dürüme ya da Kıtır’a giderdik. Diğer sinemalar, en azından benim bildiklerim, Kızılay Çevresindeydi: Megapol, Metropol, Batı, Kızılırmak ve Derya Sinemaları. Megapol ve Metropol sinemaları ile yavaş yavaş cep sinemaları ile tanışmaya başladık. Derya sinemasına bir kere gittim. Final haftasıydı, üst üste 2 final sınavına girmiştim ve ertesi güne son finalim vardı. Ders çalışacak kafa kalmamıştı, bilinçsizce yurttan çıktım ve dolmuşa binip Kızılay’a geldim. Aklımda hayatımda ilk defa 3 film birden sinemalarına bile gitmek vardı. Kızılay’da amaçsızca dolaşırken Kunter’e rastladım, sinemaya gidiyoruz gelsene dedi. Peşlerine takıldım ve Derya Sinemasında “Olağan Şüphelileri” seyrettik.

Ankara’da sinema günlüklerimi yazarken Ankara Film Festivaline değinmeden olmaz tabi ki: Fransız ya da Alman Kültür’de seyredilen festival filmler ya da gece yarısı başlayan ve sabaha kadar süren “Beyaz Geceler”. Tesadüf bu ya; Mathieu Kassovitz’in “Protesto” (La Haine) filmini Fransız Kültür’de tıpkı olağan şüpheliler filminde olduğu gibi, yine Kunter ile seyredip, sonunda şok olarak çıkmıştık.

Eğer Fizik Üçlü Anfiyi yazmazsam taş olurum, yeni vizyona giren bir film, üç bilemedin dört hafta sonra vizyona girerdi ODTÜ sinemasında. Seanslar devamlı değildi sadece Cuma ve cumartesi akşamları olurdu. Özellikle cuma akşamları daha önce seyrettiğimiz bir filmi tekrar seyrederdik. Takviyeli giderdik, yanımızda battaniye ve kanyak-bira olurdu. Çaktırmadan içerdik. ODTÜ ortamında “Braveheart”, “In the name of the father” ve Ken Loach’dan “Land and Freedom” filmlerini seyretmek gerçekten unutulmazdı.

1996 yılında kız kardeşim de Ankara’yı kazanınca Bahçeli 4. Cadde üzerinde bir eve taşındık beraber. O dönemde Bahçeli’deki caddelere farklı isimler verilen dönemlerdi. 8.Caddeye Bişkek, 4. Caddeye Kazakistan ve 7. Caddeye de Aşkabat Caddesi denmişti. Ben hala, her Ankara’ya iş için gittiğimde, havalimanında taksiye Bahçeli 7. Caddeye gidelim derim. Büyülü Fener Sineması, yanlış hatırlamıyorsam 2. Cadde de açılmıştı. Evden çıkar ve 5. Caddeden yürüyerek sinemaya gidebilirdik. O zaman Ankara’nın en modern sinemasıydı ve cep sineması modasını takip ediyordu ama eski alıştığımız büyüklükte salonları da vardı.

Bunları yazarken fark ettim, annemle sayısız yaz sineması deneyimimiz oldu ama babamla gittiğim bir film hatırlayamadım. Kızımla uzun metrajlı çizgi filmler sayesinde birçok filme gittim. İlk gittiğimiz film “Happy Feet” idi, ilk seanstan sonra çıkmıştık. Shrek’de eşşeği oynayabilecek kadar ezberim ve 3D Wings filminde de uyumuşluğum vardır.

***

Sonrasında sinemalara ne oldu peki? Artık şehir içinde, hayatın içinde sinema kalmadı ya da varsa da ben hatırlamıyorum. Akün sineması, 23 Mayıs 2002’de 1975 Mayıs’ında açılışında gösterdiği ilk filmle, “Hababam Sınıfı” ile veda etti bizlere. Şimdilerde Devlet Tiyatroları Akün Salonu olarak devam ediyor hayatına. Çınar Sineması da tiyatro sahnesi olarak hala hayatta. Ahmet Abi, İzmir Sinemasını kapalı otopark olarak kullanıyor. Karşıyaka Çarşı’da ne Deniz Sineması kaldı ne de Karşıyaka Sineması. Kemeraltı’nda sinemalar duruyor mu bilmiyorum. Eskiden troleybüslerle önünden geçerdik Köşk Sinemasının, şimdi uzun zamandır oradan geçmedim. Muhtemelen bir apartman duruyordur yerinde.

Şimdilerde sinemalar alışveriş merkezlerinin bize empoze ettiği hayat tarzının, hafta sonu paket programının bir parçası: Alışveriş, yemek ve sonrasında sinema, hepsi tek bir çatı altında. Ama işleri de zor tabi ki, çünkü evdeki imkanlar çok gelişti, televizyon ya da herhangi bir multimedya cihazının zamanın ötesinde sınırsız imkanları var. Pandemiyle de ekstra zarar gördüler, pandemi sonrası süreçte, daha da zarar görecekler gibi gözüküyor. Yazlık sinemalar hala var mı inanın bilmiyorum. Kuşadası Doğan Sineması otopark oldu bile.

Belki nostaljik olacak ama Venedik Pizza’da yemek ile başlayan bir İzmir Sineması veya Kebab49 ile başlayan bir Akün Sineması programını tekrar yaşamak isterdim.

Eğer fırsatınız olursa, seyretmediyseniz (ne kadar şanslısınız) veya seyrettiyseniz tekrardan; Cennet Sinemasını seyredin. Ben öyle yaptım bu yazıyı bitirdiğimde: hele o son sahne, unutulmaz…

***

Ne kadar sürç’ü lisan ettikse affola, bir sonraki yazıda görüşmek üzere
Eyvallah…

1Comment
  • Yasin Musafir
    Posted at 16:52h, 03 Haziran Yanıtla

    Sinema bizler için gençlik dönemi buluşmalarımız da ortak paydalarımızın en başındaydı belki de.
    Ne izlediğimizden daha çok, içeri de kim ne yapacak diye merak edilir çıkışta da bir o kadar zaman daha kim ne yaptıya gülerdik.
    Suat yerde müdahale etti.
    Sevgiyle

Post A Comment