Babam - Anıl Şakrak
16206
post-template-default,single,single-post,postid-16206,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

21 Haz Babam

Bugün Babalar günü, hafta sonu için Kuşadası’na baba ocağına geldim. 2 Şubat’tan beri annemle babamı görme şansım olmadı yüz yüze. Gün boyunca sosyal medyada onlarca harika babalar günü paylaşımı gördük. Bende bir paylaşım yaptım ama sadece onunla kalamazdım; Babalar günü, babam ve babalık hakkında yazmak da istedim.

Babalar gününün Haziran’ın üçüncü pazarı olduğunu biliyordum ama açıkçası, bu yazıya başlamadan önce, tarihçesi hakkında hiçbir bilgim yoktu. Arayınca bulduklarımı sizlerle de paylaştım.

“Babalar günü fikri 1909’da Washington’da yaşayan ve Anneler Günü’nden ilham alan Sonoro Smat Dodd tarafından ortaya atıldı. Sonoro Dodd’un babası Wılliam Smart bir Amerikan İç Savaşı gazisi idi. Eşi, altıncı çocuklarını doğururken vefat etmişti. William Smart  hem yeni doğmuş bebeğini hem de diğer beş çocuğunu kendi başına Washington’un doğusundaki çiftlikte yetiştirdi. Sonora büyüdüğü zaman babasının ne kadar büyük bir fedakarlık yaptığını fark edip babası için özel bir gün düzenlemek istedi ve babası Haziran’da doğduğu için ilk Babalar Günü’nün Washington Spokane’de 19 Haziran 1910’da kutladı. 1924’te Başkan Calvin Coolidge “Babalar Gününü” desteklediğini açıkladı. 1966’da ise Başkan Lyndon Johnsonn, Haziran ayının üçüncü pazarını resmen Babalar Günü olarak ilan etti.”

İyi ki doğdun William Smart.

Aslında tıpkı anneler günü ve sevgililer günü gibi babalar günü de masum bir amaç ile başlarken sonrasında ise alışveriş kültürünün bir parçası olmuş durumda. Anne ve babaları yılda bir gün anmak bence çok suni. Ama konumuz bu değil…

Bence baba-oğul ilişkisi üzerine yazılmış en güzel şarkı “Güle Güle Oğlum”‘dur. “Barış Şarkıları” Albümünde Ali Kırca’nın yorumu da çok başarılıdır. Şarkının içine bir tirat ekler. Bu tiratın kimin olduğunu aradım, fakat bulamadım. Ama paylaşmak istedim. Şu kısım beni hep çok etkilemiştir. Baba olunca bunu daha iyi anlamaya başladım.

“Hayatın orta yerinde devraldıklarını bırakma kavgasındayken nelerden vazgeçtini, neleri terk ettiğini, nelere veda ettiğini”

Son nasihat
babamdan kalan gibi,
babam.
ey dedemin oğlu, oğlumun dedesi
herkesin bir babası vardır.
herkesin dedesinin oğlu, oğlunun dedesi
sizden önce geldiği dünyadan, muhtemelen sizden önce giden.
siz kıyısında durursunuz o nehrin.
o gider
bir gün nehir kuruyunca fark edersiniz akıp giden suyun altındaki inişleri, çıkışları, sevinçleri, kederleri
nehir kuruyunca
saat durunca

ben nehrin suları çekilince gördüm babamı, kurumuş nehir yatağındaki özlemlerini, kederlerini, acılarını,
ömrün saati durunca gördüm.
hayatın orta yerinde devraldıklarını bırakma kavgasındayken nelerden vazgeçtiğini, neleri terk ettiğini, nelere veda ettiğini
baba sevgisi hep vadesi uzun borçlara bırakılır. ama vadenin son ödeme tarihini bilen var mı ki?
bir gün nehrin suları ansızın çekilir verir.
ömrün saatinde yorulur akreple yelkovan.
kendinizi birden uzun bir selvinin önünde bulursunuz.
onun için hayatın orta yerinde size metanet, cesaret ve fazilet emanetlerini taşıyan emanetçiye teşekkür edin

3 çocuk ve 4 torun sahibi, Ümit Bey – allah uzun ömür versin- Kuşadası’nda, sevdalısı olduğu yerde yaşamaya devam ediyor. O bana “Anıl Paşa” der ben ona “Ümit Bey”. “Ümit Bey” seviyesine gelmemiz zaman içerisinde oldu tahmin ettiğiniz gibi. Kadı dedem hakim olarak Kuşadası’na gelmiş ve babamların gençliklerinin en güzel zamanlarını, o güzelim Ada’da geçirmişler. Çok da rol çalmamalı, kendisi Kuşadası Yerel Tarih Dergisinde yazı dizisi olarak Kuşadası’nı anlatıyor. Top oynadığı Kuşadası Spor’da yöneticilik yapmış, Kuşadası Siyasi hayatında bir sağlam duruş göstermiş.

torunlar

Babamın babası ile olan ilişkisini ancak ondan dinlediğim kadarıyla biliyorum. Benim babamla ilişkim zaman içerisinde olgunlaştı ve zenginleşti. 80’lerde çocuk olanlar beni daha iyi anlar. Benim kızım Derin ile olan ilişkim, aynı yaşlardaki bizlerin babaları ile ilişkisinden çok farklıydı. Babam bizi uykumuzda severdi demiyorum ama nasıl desem ben babamla o yaşlarda sinemaya gittiğimi hatırlamıyorum. Ama ben kızımla 3D Wings çizgi filmine bile gittim. Filmde uyumaya kalktığımda da, haylaz yüksek sesle “baba uyuma” diye sesleniyordu bana.

Babam çok konuşan bir insan değildi o zamanlarda, ama gözleri ve mimikleri ile çok şey söylerdi. Emirvakiyi sevmezdi (hala sevmez).

Lise yıllarında her ne kadar onun boyunu geçmiş olsam da benim için hala dev gibi adamdı. Onun kıyafetlerini giymek acayip bir hava verirdi bana. Ayak numaram onunkini aştığında çok sevinmiştir herhalde, aynı numara giydiğimiz zamanlarda çok ayakkabısını harcamışlığım var. Hafta içleri Ada’da olur ve hafta sonları geldiğinde en büyük keyif, beraber Havra Sokağı’na gidip alışveriş yapmaktı. Tuzda balık yapardı ve bana ayıklamayı öğretmişti. Arnavut Ciğerinde rakip tanımaz. Denizden babası çıksa yer. Hala zeytin yapar, eskiden Cine5’de maç izlerken beraber zeytin kırardık. Bu aralar rakıya da el attı. Onda da çok başarılı.

Babam (tabi ki annem) benden çok çektiler; kafama futbol kalesi düştü ortaokuldayken, üç kere sağlam kafamı yardım, iki kere camın içinden geçtim (ışık hızına ulaşamadığımdan olsa gerek cam kırıldı). Kızgınlıklarını bile dile getiremeden başımda bütün gece beklediler uyumayayım diye. Okulda yaramazlıktan disipline verildim. Kaykay ile akla gelebilecek her türlü fırlamalığı yaptım. Bana kızdığı zamanlar oldu mu, tabi ki ama bir fiske bile yemedim ondan, gerçi sözleri ve bakışları sonrası ringden çıkmış gibi olurdum.

Ondan çok şey öğrendim ve öğrenmeye devam ediyorum. Delikanlık yıllarında bazılarını öğrenmeyi ret etsem de, şimdi harfiyen uyguluyorum ondan öğrendiklerimin, üstüne bir şeyler koyarak. Mesela gömlek düğmelerini hep alttan başlayarak iliklerdi ve eklerdi; “yapacağın işe hep böyle başla ki sonuna geldiğinde yamuk yumuk bir sonuçlar karşılaşma.”

Hayatta tek bir amacı vardı; çocuklarına iyi bir eğitim aldırmak. Biz de onu mahçup etmedik üç kardeş olarak. Ankara’ya üniversite kaydına da onla gittim. Tofaş için Bursa’ya ev bakmaya da onla gittim. 18 yaşımda ehliyetimi aldım ama araba kullanmaya ondan da ehliyet aldıktan sonra başlayabildim. Buna önceleri çok kızmıştım ama yıllar geçtikten sonra, onunla beraber araba kullanırken öğrendiklerimin (o da dedemden öyle öğrenmiş) değerini daha iyi anladım. Şimdi kızıma aynısını yapmayı planlıyorum.

Sert bir adam görünümü vardı en azından benim için. Neden mi böyle dedim? Ben Ankara’ya okumaya gittikten sonra (o sene Grup Gündoğarken’in “Ankara’dan Abim Geldi” şarkısı moda olmuştu) kızkardeşlerim sayesinde benim tanıdığım adam gitmişti. Ama asıl dönüşüm torunlarla beraber oldu tahmin edersiniz. Torunlarının yanında babamı görmelisiniz. Ah Ümit Bey sen bu hallere düşecek adam mıydın?

2018 Babalar Gününde, Aslı çok güzel bir paylaşım yapmıştı; Harfine dokunmadan paylaşmak istedim, ne hissediyorsam onu yazmış diyebilirim. Kardeş olmak böyle olsa gerek…

O kadar çok şey öğrendik ki senden..Koşulsuz sevgiyi, ayrım yapmaksızın saygıyı ve eşit davranmayı,adaleti,vefayı , güçlü ama bir o kadar da vicdanlı olmayı ,şartlar ne olursa olsun hep doğru bir insan olmayı ve en önemlisi aile olmanın ne kadar değerli olduğunu.Bunları öğütlerinle değil hayatın içinde varoluşunla öğrettin..Bizde senden öğrendiklerimizi kendi çekirdek ailemize yansıtarak yol alıyoruz..Şanslı doğanlardanız biz çünkü Babalar çocukların ilk kahramanlarıdır.Hep başımızda ol ,hep böyle kanatlarının altında olalım.Babalar günün kutlu olsun.Seni çok seviyoruz…

Babamız hala hepimizin kahramanı tıpkı herkesin babası gibi.

Bunları toparlarken öyle çok anı geldi ki aklıma eklenecek, onlar özelimizde kalsın istedim, durdum. En azından şimdilik.

Dün akşam yemekte beraber rakımızı içerken, klasik metotları ile ağzımı yokluyordu: acaba bu hafta ne yazacağım diye. Hissetmişti babalar gününü yazacağımı. O yemekte bir konuşma daha geçti aramızda. Bana kaygılarından bahsetti, benim de taşıdığım kaygılarından. Sağlığına dikkat eder etmesine ama yaşı ilerliyor. Yazmadan geçemeyeceğim hala saçları var. Birçok huyum benzemiş ama neden saçım benzememiş diye hala hayıflanırım.

“Ölürsem” dedi, “annen ne olacak ondan korkuyorum, sen abisin kardeşlerine hep kol kanat germelisin” diye devam etti. Üç kardeş olarak bizler çok şanslıyız, bunun da farkındayız. Ölümü hele de babamla babamın ölümünü konuşmak insanı çok mutsuz eden birşey. Bu tür konuşmaları ara ara yaparız ben her seferinde konuyu kapatmaya çalışırım ama bu sefer sözünü kesmedim. Sonunda ona şunu söyledim.

“Kaygılarını anlıyorum, aynı kaygıları bende bir baba olarak duyuyorum. Ama şüphe duymamalısın, çünkü çocukların senden öğrendiklerini uyguluyorlar, onları çok iyi yetiştirdin ve eğittin.”

Babamı baba olduğumda daha iyi anlamaya başladım. Derler ya insan babası öldüğünde büyür diye, onda olsa gerek hiç büyümeyip hep çocuk kalma isteğim.

Bana hayattaki amacın ne diye sorduklarında, babamın biz, üç kardeşe, sağladığı fırsatları, kızıma sağlamak diyorum. Bunu yaptığımda bile senin bizim için yaptığın fedakarlıkları aşamayacak olduğumu bilsem de.

Dilim döndüğünce babamı anlattım. Ben nasıl bir babayım? Babamdan gördüklerimi uygulamaya çalışıyorum ama bunu en güzel değerlendirecek olan kişi kızım. Zamanı geldiğinde o da anlatır herhalde.

Ümit Bey ve tabi ki Gülman Hanım:  iyi ki varsınız, seviyoruz sizleri Anıl, Aslı ve Nesli olarak.

Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola, haftaya görüşmek üzere, Eyvallah…

Madem babalar günü üzerine yazdım , o zaman babalar üzerine olmalı film ve kitap önerisi:

lespapasdudimanche

Bu haftaki film önerim 2012 Fransız yapımı “Les Papas du Dimanche” yani Türkçesi “Pazar Babası”. Baba olmak üzerine güldürürken düşündüren Louis Becker imzalı bir film. Seyrettiğim zaman beni çok etkilemişti.

Kramer Kramer’e Karşı filmini de düşündüm paylaşmayı ama büyük ihtimalle o filmi duymuş ve seyretmiş olabileceğini düşünerek bu filmi önermek istedim.
Umarım seyreder ve keyif alırsınız…

cevdetbey

Bu haftaki kitap önerim ise Orhan Pamuk’un ilk romanı “Cevdet Bey ve Oğulları”. Benim de okuduğum ilk Orhan Pamuk kitabıdır. “Karanlık ve Işık” adıyla kaleme alınmış ve 1979 yılında Mehmet Eroğlu’nun “Issızlığın Ortasında” romanı ile beraber  (bu da efsane bir kitaptır  okumamış olanlara tavsiye edilir) Milliyet Roman Ödülünü almıştır.

Türkiye’nin modernleşme süreci Nişantası’nda oturan burjuva ailenin üç kuşağı üzerinden anlatılmaktadır.

No Comments

Post A Comment