03 Mar Umutsuzlar Parkında Ayna Adamla Bir Gece
Binlerce ama binlerce yıldır yaşıyorum. Bunu göklerden anlıyorum, kendimden anlıyorum biraz. İnsan, insan, insandan… Ne iyi ne de kötü. Kolumu sallıyorum yürürken, kötüysem yüzümü buruşturuyorum Çok eski bir yerimdeyim, çürüyen bir yerimden geliyorum.
Ayna Adam yanı başımda. Gözleri kapalı, dinliyor. Biliyorum, o da aynı parkın içinde.
Bu park bizim. Bu park herkesin. Bu park, yalnızlığın en kalabalık hali.
“Ne demek binlerce yıldır yaşıyorum?”diyor.
“Belki de her insan kendi geçmişinin toplamıdır,” diyorum.
“Ya geleceği?”
“Gelecek, değişmekle gelir. Ama değişmek mi gerçekten?”
Sessizlik.
Sonra şairin sesi içimizde yankılanıyor:
Biri mi öldü, biri mi sevindi, değişmek koyuyorlar adını
“Ölen kim?” diyor Ayna Adam.
“Bilmiyorum. Belki eski ben.”
“Yeniden doğan?”
“Yine ben. Ama tanıyamadığım halim.”
Ayna Adam sigarasını derin bir nefesle söndürüyor.
Göğe bakıyor, yıldızlar çok uzakta. Bir şey söyleyecek gibi oluyor, ama susuyor.
Oysa ben düz insan, bazı insan, karanlık insan Ve geçilmiyor ki benim Duvarlar, evler, sokaklar gibi yapılmışlığımdan.
Yapılmışlık. Bir kalıba dökülmek, bir şekle girmek…
Ve sonra o şekilden çıkmaya çalışırken kaybolmak.
“Değişmek dediğin nedir ki?” diyorum.
“Kimine göre unutmak, kimine göre erimek.”
“Ya sana göre?”
“Bana göre kendimi ayırmak,” diyor Ayna Adam. “Yapayalnız olmaktaki kendimi.”Bunu onlardan anlıyorum biraz. Erimek, bir olmak ve unutulmak içindeki onlardan. Ya da bir başkaca şey…
Masa, İnsan ve Yalnızlık
Edip Cansever’in masasını bilirsin. Hani şu her şeyin üzerine konduğu masa. İnsanların, eşyanın, düşüncelerin, yüklerin…
Ve sonunda, şairin alaycı sesiyle dile gelen şu cümle:
Masa da masaymış ha.
Bir masa kadar güçlü olabilir mi insan?
Onca ağırlığı taşıyabilir mi?
Belki de bütün mesele, taşıyıp taşıyamamak değil.
Bütün mesele, o masanın üzerine ne koyduğun.
“Senin masan var mı?” diyor Ayna Adam.
“Var. Üzerinde eski defterler, kaybolmuş adresler, yarım kalmış yazılar…”
“İnsan da bazen masa gibi olur, değil mi?”
“İnsan en çok masa gibi olur. Bütün ağırlıkları taşır ama kendi için bir şey olamaz.”
Gülüyoruz.
Ama bu, neşeli bir gülüş değil.
Bir masanın altına saklanmış, yıllanmış bir gülüş.
Ve sonra, yok artık sıkılıyorum, diyorum.
Ne demek bu?
Bilmiyorum. Ama hissediyorum.
İçinden Doğru Sevdim Seni
Gece ilerliyor.
Parkın ışıkları yüzümüze düşüyor.
Ayna Adam oturduğu yerde hafifçe geriye yaslanıyor.
“Peki sevgi?”diyor.
“Ne olmuş sevgiye?”
“Sen hiç içinden doğru sevdin mi?”
Bir an duruyorum.
İçimde bir cümle yankılanıyor.
İçinden doğru sevdim seni.
“Belki de bir insanı en çok, ona hiç söyleyemediğin sevgiyle seversin.”
“Ama sevilmek için görünür olmak gerekir.”
“Peki ya sevmek?”
Gözlerini kapatıyor. Ağaçların arasından bir karanfil düşüyor.
Belki de Yerçekimli Karanfil bu.
Düşerken bile bir ağırlığı var.
“Her şeyin bir ağırlığı var,” diyorum.
“Ama bazı şeylerin ağırlığı görünmez.”
“Mesela?”
“Bir gülüşün, bir dokunuşun, bir kelimenin… Bir insanın eksikliğinin.”
Eksiklik en ağır yüktür.
Onu taşıyamazsın, yere bırakamazsın, adını bile koyamazsın.
Ama o hep seninle gelir.
Adsız Bir Çiçek Gibi
Sabaha karşı parkın rengi değişiyor. İnsanlar yavaş yavaş kayboluyor. Sanki gece boyunca burada sadece biz varmışız gibi.
Ayna Adam ayağa kalkıyor.
“Gidiyor musun?” diyorum.
“Gitmiyorum,” diyor. “Seninle beraber kalıyorum.”
Biliyorum ki doğru söylüyor.Çünkü o bir ses, benim iç sesim.
Şairin de dediği gibi:
Adsız bir çiçek gibi
Kimsesiz bir çiçek gibi. Büyür içimde yalnızlığım.
Ve yalnızlık, sanılanın aksine, bizi eksiltmiyor.
Bazen tam da yalnızlığımızda büyüyoruz.
Geriye sadece bir masa kalıyor.
Üzerinde birkaç sözcük, bir yazının kırıntıları…
Ve biz, Umutsuzlar Parkı’nda bir gece daha yaşıyoruz.
Binlerce ama binlerce yıldır olduğu gibi.
Edip Cansever’le ilk kez Umutsuzlar Parkı Bölüm 3’te tanıştım.
Cemal Süreya’nın, Dostoyevski’yi okuduğu günden beri huzurunun kaçtığını söylerler.
Benim de Edip Cansever’i okuduğumdan beri başka bir türlü bakar oldum her şeye.
Kelimelerin arasında gezinen yalnızlığın, parkların içine sinmiş umutsuzluğun, bir masaya yüklenen anlamın, bir çiçeğin taşıdığı ağırlığın farkına vardım.
Bazen bir şiir seni değiştirir. Ve bazen, bir şiirle değiştiğini fark ettiğinde, artık hiçbir şeye eskisi gibi bakamazsın.
Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola, tekrar görüşmek umuduyla,
Hadi Eyvallah…
Not: Onca Edip Cansever şiirinden sadece dört tanesine dokunabildim. (Umutsuzlar Parkı Bölüm 3, Adsız Bir Çiçek, İçinden Doğru Sevdim Seni ve Yerçekimli Karanfil) Oysa aklımda daha onca şiiri vardı onlarda belki başka bir yazıya kaldılar.
Şiire dair yazılarım ilk değildi bunlar da var;
İhtiyacı olanındır Şiir…
Şarkılardan Şiire
Sevda ile Sevgi
Son da olmayacak…