10 Şub İpini Koparamamak,
İlk 3 seferde biraz da güvenli sularda kalarak yazmıştım. Ama öyle biriktirdiklerim vardı ki karanlık noktalarında hafızamın, artık onları da gün ışığına çıkarma zamanı geldi de geçiyordu. İşte böyle bir ruhsal durumda yazmaya başladım dördüncüsünü.
Aslında bu konu bundan 3 sene önce düştü aklıma. Sponsor olduğumuz bir gezgin sunum yapıyordu, en önde yer ayırmışlardı bana bilmeden sevmediğimi önlerde oturmayı. Arka sıralar her zaman daha heyecanlıdır oysa. Neyse konuyu dağıtmayayım. Gezginimiz plazalarda yaşarken bir anda nasıl aydınlandığını ve işi bırakıp dünyayı gezmeye başladığını anlatıyordu. Biz, köleler, ise ağzımız açık onu dinliyorduk. O an içimden biri seslendi; ‘İpini Koparmış bu’ diye…
Orada ağzım açık hayaller kurarak gezginimizin maceralarını dinlemeye devam ettim ve eve döndüm.
Sabah işe giderken arabada bir anda dünkü o seslenişi hatırladım; “İpini koparmış bu”.
Acaba ben hiç ipimi koparmış mıydım?
Kopan ip yeniden bağlanabilir mi?
Bu ve bunun gibi türlü sorular beynimin içinde dolaşmaya başlamıştı yine. Derim ya bazen beynim de binlerce tilki dolaşır ve ben onların kuyrukları birbirine değmesin diye uğraşıp dururum, işte tam öyle bir durumda idim.
İlk sorudan başlayalım; ipimi koparmış mıydım hiç? Biraz düşününce cevap verebildim, doğduğumda ipimi, göbek bağımı kesmişlerdi. Annemle ile olan, bağlı yaşamaktan bağımsız yaşamaya olan ilk adımım olarak kesmişlerdi ipimi. Aslında hepimiz kendi isteğimizle olmasa da bir kere ipimizi koparabiliyoruz. Konu ile alakalı değil ama ileride okuyacağı okula da gömme âdeti vardır o göbek bağını. Tekrar bağlansın diye mi acaba?
Peki, neydi bu bizi bağlayan ipler, bizi gitmelerden alıkoyanlar? Hiç düşündünüz mü nedir bunlar diye? Sevdiklerimiz, sorumluluklarımız, sahip olduklarımız, kaybetmekten korktuklarımız mı? Ya da ipini koparmak bir çözüm mü kendini bulabilmek için?
Şimdi benim cevaplarımı vereyim; benim bir sürü ipim var beni bağlayan. Sevdiklerim (ve onlara karşı sorumluluklarım) ve bu sorumlulukları gerçekleştirmek ve hayatımı idame ettirmek için çalıştığım kuruma karşı sorumluluklarım. Bir de kendimi mutlu etmek adına sahip olup sonrasında bana sahip olan şeylerim. Şeylerim kelimesini bilerek kullandım, çünkü onlara başka bir isim vermek mümkün değil aslında.
‘Sahip olduklarınızın size sahip olması’ kavramını “Fight Club” filminde alıntı yaptım. Çağımızın en büyük hastalığı değil mi sahip olma isteği, ihtiyacın olmasa da. Yeni nesil sahip olma konusunda oldukça isteksiz, gelecekte buna göre modellenmiş bir düzenin nasıl adapte olacağını beraber göreceğiz.
Çok dağılmadan sorularımı cevaplamaya devam edeyim; ben iplerimi koparamam en azından birçoğunu, bu beni korkak da yapmaz. Ama onları esnetmenin yolunu bulabilirim. Tıpkı atılan bir bomerang’ın geri dönmesi gibi ufak kaçışlar yaratabilirim kendime. Bu esnetme modeli aslında sevdiğim bir bisiklet gezgini olan arkadaşımdan esinlendiğim bir yöntem, o da benim gibi birçok iple bağlanmış ve bunları koparması çok mümkün değil ama onları kısa kaçışlarla esnetebiliyor.
Şimdi bu yazdıklarımı okuyanlar (ben dâhil), hayatı ıskaladığımı, hayatı yaşamadığımı söyleyebilirler.
Bütün bunlar ‘Ölü Ozanlar Derneği’ filmindeki bence kötü tercümeden dolayı; ‘Carpe Diem’ hayatı yakala diye çevrildiğinde beri herkes eleştirir oldu radikal çıkışlar yapmayan, iplerini koparamayanları. Oysa bence çeviri ‘Anı Yaşa’ olmalıydı, skor yerine koşmaktansa o yaşadığın anın hakkını vermek olmalıydı.
İplerimi kendi isteğim ile hiç koparmadım en azından vazgeçmediklerimi. Vazgeçtiğimde ise kazandığım kaybettiğime değdi çoğunlukla. Azınlıkta kalanlar ise bir ukde olarak kaldı içerlerde bir yerlerde. Ama esnetmeler oldu hep, hatta şu anda bile bunları yazarken esnetiyorum iplerimi. Boşuna anlatmadım ben mühendisin gündüz düşleri kavramını.
Anı yaşamaya gelince ise Osho’dan bir alıntı ile noktayı koyalım yazıya;
“Bir adam ölür. Öldüğünü fark ettiğinde, Tanrı’nın elinde bir çanta ile kendisine yaklaştığını fark eder. Tanrı ile adam arasında şöyle bir konuşma geçer:
Tanrı: Haydi oğlum gitme zamanı.
Adam: Bu kadar mı erken? Bir sürü planım vardı…
Tanrı: Üzgünüm ama gitme zamanı.
Adam: O çantada ne var?
Tanrı: Sahip oldukların!
Adam: Sahip olduklarım mı? Yani eşyalarım mı? Elbiselerim… Param…
Tanrı: Onlar asla sana ait değildi, onlar dünyaya aitti…
Adam: Anılarım mı?
Tanrı: Hayır… Onlar zamana ait…
Adam: Yeteneklerim mi?
Tanrı: Hayır… Onlar koşullara ait…
Adam: Arkadaşlarım ve ailem mi?
Tanrı: Hayır oğlum… Onlar yürüdüğün yola ait…
Adam: Karım ve çocuklarım mı?
Tanrı: Hayır. Onlar kalbine ait…
Adam: O zaman bedenim olmalı?
Tanrı: Hayır hayır. O toprağa ait…
Adam: O zaman kesinlikle ruhum olmalı!
Tanrı: Üzücü bir hata yapıyorsun oğlum… Ruhun bana ait…
Adam gözlerinde yaşlar ve kalbinde korkuyla çantayı Tanrı’nın elinden alıp açtı… BOŞTU!
Kalbi kırık, göz yaşları yanaklarından akarak Tanrı’ya sordu…
Adam: Hiçbir şeye sahip değil miyim?
Tanrı: Doğru… Asla bir şeye sahip değildin…
Adam: O halde, benim olan ne vardı?
Tanrı: ANLAR… Yaşadığın anlar senindi. Hayat sadece bir andır…”
Yakaladığınız anlar ıskaladıklarınıza değsin…
Ne kadar sürç-ü lisan ettikse affola, haftaya görüşmek üzere, Eyvallah…
Tutunamayanlar 2.0 - Anıl Şakrak
Posted at 06:50h, 16 Mayıs[…] şey önce İpini Koparamamak ile başlamıştı. Sonra Hiçbir yere ait olamamak kaygısı vurdu kıyıya. Bir akşam, saçma […]