31 Oca Çocukluğumun Çizgi Filmleri
Televizyonla büyüyen ilk jenerasyonun bir ferdiyim. Evlere televizyonlar daha yeni yeni girmeye başladığı dönemleri hayal meyal olsa da hatırlayabiliyorum. Gerek yayın saatinin gerekse de yayın miktarının kısıtlı olduğu bir dönemde seyredecek daha çok kaliteli şey olduğunu sadece ben mi düşünüyorum acaba?
İşte böyle bir ruh halinde yazmaya başladım. Bu sefer daha önceki yazmalarımdan farklı olarak, yazdıklarımı yayınlanmadan okuma fırsatı olan, dostlarımdan fikir aldım. Sonuçta benzer yaşlarda olduğumuzdan, yıllar önce aynı ekranlara baktık, farklı şehir ve evlerde. Benim hatırlayamadıklarımı onlar hatırladı. Hatta en komik olan aklımıza adı gelmeyen dizi ya da çizgi filmi melodisi sayesinde hatırlamamızdı.
Önce çocuk gözüyle televizyonu anlatmak istedim. Ama yazdıkça yazdım, çok uzun oldu ve hiçbirini çıkarmaya kıyamadım. Bu nedenle yazıyı şimdilik 2 bölüme ayırdım ama 3 de olabilir. İlk bölümde çocukluğumu dokunan çizgi filmlere dalacağım. Eksik bir çizgi film kesin kalacak ama dediğim gibi bende kalanları yazıyorum. Sizde kalanları siz de yorumlara yazabilirsiniz.
Bu arada bu çizgi roman kahramanlarını yazarken fark ettim ki her biri için ayrı bir yazı yazılabilir. Kendime bir sınır koymak adına uzun metrajlı çizgi filmleri bu kapsama almadım. Hatırladığım ilk uzun metrajlı çizgi-film “Aslan Kral” 1995 yılında vizyona girmişti ve o sene Ankara’da üniversite öğrencisiydim. Daha önce de “çekilmiş” uzun metrajlı çizgi filmler vardı ama Aslan Kral ile artık hiçbir şey eskisi gibi olmadı.
***
“Ha ha ha haftaya, buluşalım haftaya” diye başladığım anda muhtemelen devamını hemen melodisiyle tamamladınız: Vikingler, güçlü şef Halvar’ın zeki ve iyi yürekli oğlu Viki’nin maceraları.
Yıllarca bir problemle karşılaştığımda; Viki gibi, işaret parmağımla burnumu önce gözüme doğru sonra da üst dudağıma paralel kaşıyarak düşünür ve “tamam buldum” diye haykırırdım. Tek eksik kafamın üstünde yanan ampül idi.
Yıllar sonra kızımla “Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?” filmini seyrettiğimde; Hiccup’u yaşadığı Viking Köyünde hem reisin oğlu olması hem de sorunları kas gücüyle değil zekası ve merakı ile çözebilmesi nedeniyle Viki’ye benzetmiştim.
Hala “eğer bir çizgi film kahramanı olmak istesen” diye başlayan soruya onlarca cevap verebilirim ama listenin başında açık ara ile Viki olma isteğim var.
***
Benim neslim ıspanağı Temel Reis sayesinde yerdi. Yıllar sonra öğrendim aslında ıspanağın demir yönünden o kadar da zengin olmadığını. Hatta 1870 yılında Alman Kimyager Erich von Wolf, bir porsiyon ıspanakta bulunan demir miktarını başarıyla ölçtüğünü fakat ölçüm miktarının yanlışlıkla 3,5 miligram yerine 35 miligram kaydedildiğini bu yazıyı hazırlarken öğrendim. Yine bizleri kandırmışlar ve bu kandırmaları son da değil.
***
Ben Alp dağlarını, Saint Bernard köpeklerini ve Milka ineklerini Heidi sayesinden öğrendim: Çıplak ayaklı Heidi. Ama sonra öğrendim Heidi’nin neden çıplak ayaklı olduğunu.
İsviçre gibi gelişmiş bir ülkede, Heidi’lerin yani çıplak ayaklı çocukların (Verdingkinder), aileleri boşanmış ya da ailesini kaybetmiş, suça karışmış ya da ailelerinin devlete borçları karşılığında, Kilise veya devlet tarafından başka ailelerin yanına köle olarak verilirdi. Bu sistem 1981’de yasaklandı ve İsviçre Hükümeti bu çocuklardan 2013 de yani 8 yıl önce özür diledi.
Şimdi eğer tekrar seyrederseniz Heidi’yi, o küçük ama yüreği büyük kızın yaşama sevincini ve tükenmeyen çoşkusunu bunları bilerek gözlemleyin.
***
Biz ekip çalışmasını “Voltran” sayesinde öğrendik;
Hadi arkadaşlar Voltran’ı oluşturuyoruz.
Daha Jung kimdir bilmezken ve hayatımızın gölgelerinden habersizken, Gölgelerin gücüne inanırdık, çünkü güç bizdeydi artık. He-man.
Eternia prensi narin Adam, kılıcını kaldırıp bağırdığında He-man’e dönüşürdü ve korkak kaplanı Titrek de Atılgan’a. Yine bir çeviri katliamı, sırrını sakladıkları Grayskull şatosu, Gölgeler Şatosu diye çevrilince. “By the power of Grayskull, I have the power” olur sana “Gölgelerin Gücü adına, güç bende artık”. Tıpkı Battlecat’in Atılgan olması gibi. Tabi ki İskeletor ve Orko’yu unutmamak lazım. İskeletor’un adamlarının adını hatırlayamadım. Ama kemikleri sayılan her zayıf arkadaşımıza İskeletor dediğimizi unutmadım. Ben hiç iskeletor olamadım maalesef.
***
Şirinler ve Garmamel’i unutmamak lazım, huzurun hüküm sürdüğü Şirinler köyü ve onlara sürekli zarar vermek isteyen Garmamel ve kötü kedisi Azman. Belçikalı çizer Pierre Culliford namı diğer Peyo tarafından yaratılan “Les Schtroumpfs”.
Peyo’nun yemek yerken tuzun adını hatırlayamayıp şu zamazingoyu uzatır mısın diye seslendiğinde zamazingo yerine “schtroumpf” kelimesini uydurmuş.
İngilizcesi “Smurf” için ise internette harika hikayeler uydurulmuş: Smurf yani “Socialist Men under Red Flag” , “kızıl bayrak altındaki sosyalist adamlar”. Şirin baba sürekli kırmızı şapka takması ve Karl Mark’s benzemesi, Garmamel’in papaz cübbesi dini, altın-para düşkünlüğünü kapitalizmi ve şirinleri yeme isteğinin de misyonerliği sembolize etmesi, paranın olmadığı Şirinler Köyünde Tembel Şirin dahil herkesin eşit şeylere sahip olması, komün yaşamı ve Bilgin Şirinin Trokçi’ye benzemesi bu hikayelerden aldığım alıntılar.
Eğer uslu bir çocuk olursanız belki sizde bir gün şirinleri görebilirsiniz.
Yıllarca bunu dediler ve yıllarca uslu (!) oldum ama hala şirinleri falan gördüğüm yok. Gören varsa yorum yapsın.
***
Geleceğin dünyasını Jetgiller ile hayal ederdim: Uçan arabalar ve her şey için bir robot ya da makina. Geçmişte hayal ettiğim gelecek çok daha güzeldi. Ama ben hala tıpkı Nazım’ın dediği gibi;
…
Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel ve rahat günlere inanıyorum.
…
***
Yabba Dabba Do. Mesai bitiş zilini duyduğunda Fred Çakmaktaş’ın dinazor iş makinasının kuyruğunda kayarken bağrışını nasıl unutabilirim. Günümüzün yaşamını ve teknolojisini taş devrinin şartlarına uyarlanması ne kadar naif ve komikti: lavabo çeşmesi fil hortumu, çöp tenekesi pelikan gagası, elektrik süpürgesi Karıncayiyen. Komşuları Moloztaşlar ve oğulları Bambam. Kız bebeklerin saçları ne zaman tepeden bir toka ile tutturulsa hemen onlara Çakıl denirdi. Fred ve Barnie’nin ilişkileri bazen Hacivat-Karagöz kıvamındaydı.
***
Fransızca eğitim alan bir ortaokulda eğitim görmenin bir avantajı da; Tintin ve Asterix serileri okuma ödevi olarak verebilmeleriydi. Daha doğrusu fransızca kitap okudun mu sorununa alternatif cevap olarak verebiliyorduk. Ama Clementine nasıl unutulabilir. Korku çizgi film olur muymuş sorusuna tokat gibi bir cevaptı bizler için. Hala birçok arkadaşımın çocukluk travmasıdır. Tekerlekli sandalyeye mahkum Clementine geceleri Hemera ile zaman yolculukları yapar ve Malmoth’un iblisleri ile savaşır.
Clementine, quand tu fermes les yeux
Tu devines le merveilluex
Clementine, prend nous dans ta bulle bleue
Tant ici C’est dangereux
***
Peki dünyalı uçan ilk süper kahraman kimdir? Bence tabi ki Atom Karınca. Unutmayın Süperman Kriptonluydu. Yıllarca enerjisi hiç bitmeyenlere Atom Karınca lakabını takmadık mı? Beşiktaş’ımın efsane kaptanı Rıza’nın o bitmez tükenmez enerjisi nedeniyle lakabı Atom Karıncaydı.
Emekli bir beyzbol topunun hikayelerini hatırlayananız var mı? Ben çizgi filmi hatırlamıyorum ama sloganı hep aklımda.
Biraz biberleyelim çocuklar.
Değerli’nin gülüşü, Müfettiş Gadget’in Komiser Kolombo gibi giydiği pardesüsü içine sığdırdığı James Bond oyuncakları da aklımda çıkmıyor tabi ki. Ama yazıyı yazarken fark ettim Gadget’in sakarlıklarının Müfetiş Jacques Clousseau’yu yani nam-ı diğer Pembe Panter’i anımsattığını bana.
Varyemez Amca’nın maceraları Çarşamba günleri öğleden sonra yayınlanırdı ve okul erken bittiği için seyredebilirdik. Hala aklımdadır altın dolu evinin kapalı havuzuna balıklama atlaması. O yayından kalktıktan sonra Son Dinazor Denver diye bir çizgi film gelmişti yerine.
Tom ve Jerry, Mickey Mouse, Roadrunner, Arı Maya, Speedy Gonzales, Bugs Bunny, Tazmanya Canavarı , Tweety, Casper Sevimli Hayalet, Garfield, Yakari, Pembe Panter ve daha niceleri. Başında söyledim ya her biri üzerine saatlerce konuşabiliriz.
Her ne kadar çizgi film olmasa da bizim nesli etkileyen bir de Susam Sokağı gerçeği var:
Yağmurlu fırtınalı bir hava
Şaşırdım yolumu karanlıkta
Bana söyler misiniz nasıl gidilir Susam Sokağına?
Çocukluk travmalarımıza dokunmamak olmaz. Hop Hop değiş Tonton ve Musti Annen Çağırıyor desem yeter herhalde. Mustafa’lar ne çok çekti annelerinin onları çağırmasından.
The Simpsons, South Park ya da Family Guy ‘ı unutmuş değilim ama onlar daha sonraki dönemlere giriyor, en azından benim için.
***
Yazının sonuna geldin hala ondan ses yok dediğinizi duyar gibiyim. Gölgesinden hızlı silah çeken, atı Düldül ve sevimli köpeği Rin Tin Tin ile beraber suçluların ve adaletsizliğin amansız düşmanı yalnız kovboy Red Kit’siz bu yazı eksik kalırdı, en azından benim için.
Orijinal adı Lucky Luke olan karakterimize Ferdi Sayışman, arkadaşının çıkarmak istediği Red Rider (Kızıl Sürücü) dergisinin ismi ile kendi çıkardığı Bil Kit dergisinin isminden Red Kit adını türetmiş.
Türk Fantastik Sinemasında bilinen 3 Red Kit uyarlaması var. 1974 yapımı Sadri Alışık’ın Red Kit’i oynadığı filmin adı “Atını Seven Kovboy”. Devam filmi allahtan çekilmemiş. Fantastik Türk Sineması kendi başına bir yazı dizisi olur zaten.
Daltonları anmadan bitirmek olmak yazıyı. Her boyu uzuna Avarel dedik yıllarca.
Bir miktar spoiler vererek bu haftaki tefrikanın sonuna geldik, önümüzdeki haftaların birkaçında Anıl’ın televizyon ile maceraları ile devam edeceğiz gibi gözüküyor.
Ne kadar sürç’ü lisan ettikse affola, bir sonraki yazıda görüşmek üzere
Eyvallah…
Yasin Musafir
Posted at 17:15h, 03 HaziranÇoçukluk yıllarına götürüp kısa bir özetle hepsini tekrar hatırlattın bizlere ve bizlerin günümüze göre ne kadar masum bir çocukluk geçirdiğimizi de tekrar düşündürdün.
Emeğine sağlık kardeşim