10 May Yarının Düne Unutmayı Öğrettiği Bir Gün
(ve Ayna Adam’la yürüyen ikinci bir zihin)
9 Mayıs akşamı yaşadıklarım beni ertesi sabah, daha önce yazdığım o yazıya götürdü.
Bir bağlantının izini sürer gibi, zihnimin tozlu raflarından bir cümle yükseldi:
ve sabah, tarayıcıda açık unutulmuş eski bir sekme gibi karşıma çıktı:
“Yarının düne ihtiyacı var mı?”
Yıllar önce yazmışım. Belki de yazmamış, sadece sormuşum.
Sormakla yazmak arasında hep ince bir sis vardı bende.
Ayna Adam sandalyesini gıcırtıyla yaklaştırdı.
“Bu soruyu neden sormuştun hatırlıyor musun?” dedi.
Biraz başımı eğdim. Cevap mı arıyordum, yoksa
cevaplardan kaçmak için mi bu sorulara tutunuyordum, bilmiyorum.
İlk yazımda zamanın yönünü kurcalamıştım:
Gelecek geçmişe ne kadar bağlıydı?
Şimdi ise yeni bir soru fısıldıyor içimden:
O geçmişi ne kadar bırakmalıyım ki, yeniye yer açılsın?
Unlearning: Bildiklerini Unutmak da Bir Tür Hafızadır
Bazı bilgiler vardır, zihne değil, omuza yük olur.
Sana ait olmayan ezberler, başkalarının korkularından devraldığın cümleler…
Unlearning, tam da burada başlar:
Kendine ait olmayanı ayırmakla.
Bir tür düşünsel detoks gibi.
Frederic Vester, “Düşünmek, Öğrenmek ve Unutmak” adlı kitabında, öğrenmenin sadece bilgi biriktirmek değil, eski bilgileri yeniden değerlendirmekle mümkün olduğunu söyler.
Vester’e göre, zihin; sadece kayıt yapan bir aygıt değil, aynı zamanda yanlış bilgiyi ayıklayarak doğrusuna yer açan canlı bir sistemdir. Öğrenmenin verimli olabilmesi için, gereksiz veya işlevsiz hale gelmiş bilgilerin unutulması gerekir. Aksi halde zihinsel tıkanıklık kaçınılmazdır.
Vester, öğrenmenin üç katmanı olduğunu belirtir: ilk öğrenme, yeniden öğrenme ve öğrenilmişi unutma. İşte unlearning bu üçüncüsüdür; fark etmeden ezberlediğimiz kalıpları sorgulamak ve gerektiğinde zihinsel yazılımı silip yeniden kurmak.
Unlearning Üzerine: Zihnin Budama Mevsimi
Unlearning, bazen bir ağacın sonbaharda yapraklarını dökmesi gibidir.
O yapraklar, bir zamanlar ağacın canıydı.
Ama şimdi, onların dökülmesi gerekiyor ki,
yeni tomurcuklara yer açılsın.
Zihin de aynıdır:
Bilgiyi, düşünceyi, alışkanlığı…
Her şeyi tutmak, zihin ormanında yabani otlar büyütür.
“Kuşkularımız, inançlarımızdan daha dürüsttür.”
Çünkü kuşku, unlearning’in ilk kapısıdır.
Frederic Vester’in sistem düşüncesine göre;
bir sistemi geliştirmek istiyorsan önce sınırlarını silmen gerekir.
Unlearning, işte bu sınır çizgilerini belirsizleştirerek
zihne yeni hareket alanları kazandırır.
Ve Ayna Adam, gözlerini uzak bir noktaya dikip şöyle der:
“Sen bazen aynı şeyleri düşünmeyi sadakat sanıyorsun.
Oysa bazı fikirlerden ayrılmak da bir vefa biçimidir.”
Zihnin Haritası: Unlearning’in Coğrafyası
Zihin, kâh labirent, kâh bozkır gibi.
Bazı yolları o kadar çok yürümüşüz ki,
artık orada yürümek düşünmek değil, sadece alışkanlık.
Unlearning, işte bu eski yolların haritadan silinmesidir.
Kimi zaman bir dağın yamacından yeni bir patika çizmek,
kimi zaman bataklık sanılan bir alanda
suya değmeden yürümeyi öğrenmek…
Second Brain bu haritanın dijital atlası olabilir.
Ama unutma, asıl mesele haritayla değil,
çizeceğin yeni rotayla ilgilidir.
Ayna Adam bir çubukla tozlu bir masaya bir çizim yapar:
“Burası senin eski fikrin…
Ve işte burası, hiç bilmediğin bir vadinin başlangıcı.”
Second Brain: Hafızanı Hafifleten Sistem
Tiago Forte’nin “Second Brain” fikriyle tanışınca,
anladım ki zihnim sürekli “tut” komutunda kilitlenmiş.
Her fikir, her cümle, her görüntü — sakla, unutma, lazım olur.
Ama hafıza, depolama alanı değil;
bir tür yaratım laboratuvarı olmalıydı.
İkinci bir beyin…
Yani zihnin dışsal bir uzantısı: not defteri, dijital araçlar,
belki bir arşiv duvarı…
Ama gerçek mesele şu:
İkinci bir beyin yaratmadan önce,
ilk beyinde neyin gereksiz olduğunu bilmen gerek.
Ayna Adam:
“Sen her şeyi yazıyorsun ama hiçbir şeyi damıtmıyorsun.
Bilgi değil, sezgi eksik sende.”
Entelektüel ve Ukala: Cümleyle Görünenle, Sessizlikte Derinleşen
Entelektüel, soruyu sever.
Ukala, cevaba âşıktır.
Entelektüel kelimeleri sorar,
ukala ise onları hükmeder.
Aralarındaki fark,
zihnin ne kadar sustuğunda gizli.
Ayna Adam bazen susuyor uzun uzun.
Çünkü onun bilgisi kitap sayfalarından değil,
duvarlarda yankılanan sessizlikten geliyor.
Ve belki de asıl erdem,
her şeyin söylenecek bir zamanı olduğunu bilmektir.
Ama asıl yücelik,
her şeyin susulacak bir zamanı da olduğunu bilmektir.
Çünkü susmak,
bazen bir cümlenin yapamadığını yapar:
karşıya değil, derine konuşur.
Bir bilgelik biçimidir suskunluk;
bilginin değil, anlamın yedeğinde yürür.
Şimdi, Sıra Yine Sende
İlk yazındaki o soruya, yıllar sonra bir başka soruyla karşılık veriyorsun.
Bu kez daha çok şey biliyorsun, ama daha az şeyle yaşamak istiyorsun.
Bilgi seni taşısın istiyorsun, sırtında yük olmasın.
Ve belki de en çok şu yüzden:
Artık bazı cevapların, bazı soruları susturmadığını biliyorsun.
Peki ya sen?
Zihninden neyi silmeye razı olursan,
kimliğinde neyi yeniden yazarsın?
Ve eğer eski haritanın izlerini görmek istersen,
bir zamanlar şu satırlarda sormuştum kendime:
Yarının düne ihtiyacı var mı?
Belki de orasıydı bu yolculuğun ilk kıvrımı.