23 Şub Genç Bir Mühendise Yeni Öğütler
Bazıları geceleri rüyalara dalar, ben gündüz düşlerinde kaybolurum ve bazen, o düşleri mürekkebe bulayıp kağıda dökerim. Artık bunu biliyorsunuz diye düşünüyorum. 2024’ün mevsimleri şaşırmış bir Aralık gününde, Makina Mühendisleri Odası meslekte 25 yılımı geride bıraktığımı hatırlattı bana; sade ama anlamlı bir törenle. Bir çeyrek asır boyunca, bu düşlerin ve gerçeklerin arasında yürüdüm. Bana mühendis dediler, ben ise ‘ışıkla gölge arasında bir köprü’ olmaya çalıştım. Mühendislik benim için yalnızca bir meslek değil, bir düşünce biçimi, bir dünya görüşüydü. Her karşılaştığım problem, çözümün peşine düşmem için bir davetti. Makinaları, süreçleri anladıkça, insan zihninin sınırlarını da zorlamaya başladım, düşündüm.
Ayna Adam, omzumda bir fısıltı gibi belirdi:
“Yıllar geçti, peki ya şimdi? Hâlâ aynı köprünün bekçisi misin? Yoksa inşa ettiğin köprüde durup arkana mı bakıyorsun?”
Uzun yıllar boyunca fark ettim ki, bir mühendis öğrenirken de, tasarlarken de, hatta yanılırken bile inşa eder. Hatta buna dair yaşanmışlıklarımı bundan beş yıl önce bir yazıyla kayıtlara almıştım. Yarım asırlık yaşım ve çeyrek asırlık mühendislik yolculuğumun bana verdiği yetkiye dayanarak bu yazıyı yeniden yazmaya cüret ettim.
“Bakalım kahramanımızı bu süreçte ne tür maceralar bekliyor?” diye ekledi Ayna Adam, bir dış ses edasıyla.
“Bilmez misin Ayna Adam; sonunu düşünen kahraman olamaz!”
Mühendislik diploması olan herkes mühendis midir? Sanmam. Bu nedenle kendi içimde bir sınıflandırma yapmıştım ve hâlâ yaptığımın arkasındayım:
• Mühendislik diploması olanlar,
• Mühendislik yapanlar,
• Mühendisliği yaşayanlar.
Sonuncusu bir lütuf mu, bir lanet mi, bilmiyorum. Ama bilmediğim bir şeyi sorgulamadan kabul edemem.
“Sanki bildiklerini bile sorgulamıyorsun?” dedi Ayna Adam.
“Sorgulanmamış yaşam yaşanmamıştır.” diye susturdum onu, benden daha geveze olmaya başladığının farkındaydım.
Orhan Kemal, “Güçlü bir hafıza, ağır bir cezadır.” der. Hafızanız güçlü mü? Değilse yalan söylemeyin, dürüst olun ya da sonsuza kadar o yalanın yükünü taşıyın. Seçim sizin. Ama unutursanız, başlangıçta rahat edersiniz belki, ancak gerçeklerin er ya da geç ortaya çıkma gibi kötü bir huyu vardır. Hayatım boyunca yalanı hep azaltmaya çalıştım. Söylediğim zamanlarda da bedelini ödemekten kaçmadım. Hafızamın gücüne değil, içimdeki huzura güvendim.
Yatarak bir şey yapabilen bildiğim mahluklardan biri tavuktur – ve birkaçını daha sayabilirim ama onlar bana kalsın. O yüzden harekete geçin ve deneyin. “Çıraklığını bilmediğiniz işte usta olamazsınız.” Sahaya inmeden, elinizi kirletmeden öğrenemezsiniz.
Tecrübe, hata yapmama sanatıdır; ancak bu sanata ulaşmanın tek yolu, bolca hata yapmaktır. Çelişki gibi mi görünüyor? Hayatın doğasında var. “Erken başarısız olun” (Fail Early) bunu mottonuz yapın.
Yolun Sonunda Yanlış Duvara Dayanmış Bir Merdiven Olmasın
Hedeflerin hep olacak. Hedefsiz insan, rüzgâra teslim olmuş bir yelkenlidir; nereye savrulacağını bilmez. Ama lokal hedeflere takılıp bütünü gözden kaçırma. Kutunun içinden baktığın kadar, dışından da bak. Hatta bazen kutunun hiç olmadığı senaryoları düşün. Bu bana hep ormanda az seçilen yolu seçmeyi hatırlatır. Bacaklarına dikenler batar, ayakların çamura bulanır belki ama sonunda ulaştığın manzara buna değer. Ancak bir hedefin peşinden körü körüne gitme. “Peyniri arada bir kokla.” Hâlâ taze mi, yoksa artık çürüdü mü, anlamaya çalış. Eski peyniri unutma cesaretini göster. Ancak bu şekilde yeni peynirleri bulabilirsin.
Ve en önemlisi, hayatının amacı olarak gördüğün duvarın en tepesine vardığında yanlış duvara merdiven dayadığını fark edersen, yeniden başlamaktan korkma! Aynı şarkıda takılı kalanlar utansın, yeni bir melodiye cesaret edenler değil.
İnsan ve Makine Arasında Bir Yerde
Her gün, bir önceki günden farklı olsun. Bunu anlatan en güzel mısra yine Nazım Baba’dan gelir:
“Doğmamış çocuğumdan geri, ölmüş babamdan ileriyim.”
Bilgi işlem teknolojisinin önemini ilk kez vurguladığımda, dünya bambaşka bir yerdi. O zamanlar dijitalleşme konuşulurdu, şimdi ise EYAY (AI) hayatımızın her yerinde. Bazen hayranlık uyandırıyor, bazen korkutuyor, bazen de insanı düşündürüyor: Makinaların olmadığı bir çalışma ortamı kalmayacak, peki ya insanın olmadığı bir çalışma ortamında insanlar için nasıl çalışacağız? Bu da başka bir yazının konusu olacak artık.
Geçenlerde denk geldiğim bir söz, bu kaygılarımı yönetmemde bana rehber oldu ve Nazım Baba’yı bir kez daha haklı çıkardı:
“Gelecek, daha fazla beceri öğrenen ve bunları yaratıcı yollarla birleştirenlere aittir.” – Robert Green
Ne yaştan, ne akademik başarıdan ne de coğrafyadan bahsetmiş. Beceriler ve onları bir araya getirme sanatı… İşte geleceği inşa eden mühendislik de tam olarak bu değil mi?
İnsanlara güvenin. Güven olmadan ne bir proje inşa edilebilir ne de bir hayat. Ama kazık yediğinizde, sizi hayal kırıklığına uğrattıklarında bunun acısını tüm çevrenizden çıkarmayın. Sonuçta, Voltaire’in Candide’de dediği gibi, “Bu dünya, bütün kötülüklerine rağmen mümkün olan dünyaların en iyisidir.”
Yetki mi, Ünvan mı?
Yetki, her zaman ünvanın önündedir. Ünvan almaya değil, yetki almaya odaklan. Gerisi zaten kendiliğinden gelir. Eğer gelmiyorsa, unutma: Hak ettiğini değil, müzakere ettiğini alırsın. Çalışma hayatı yazılı ve yazılı olmayan, farklı sertlikte kurallar zincirlerine sahiptir. Prosedürler, işlerin tutarlılığını sağlar. Ama unutulmamalıdır ki prosedürler de bir zamanlar bizim gibi insanlar tarafından yazılmıştır. Gerektiğinde değişime açık olmak gerekir.Kuralları bilirsen, onları en iyi sen ihlal edersin. Ayna Adam gülümsedi:
“Kurallar, onları koyanlar kadar esnektir. Katılaşan her şey kırılmaya mahkûmdur.”
Çalışma Anayasası
Çalışma anayasam sürekli güncelleniyor ama bu yazının ilk vücut bulduğu gün gibi ilk maddesi hâlâ değişmedi:
Herakleitos’un ünlü sözü: “Mutluyken söz, üzgünken karar ve sinirliyken cevap verme.”
Ve son olarak;
“Çalışmak güzel bir şey olsaydı, üzerine para vermezlerdi.”
Maalesef bu gerçeği unutamayız. Çalışmak zorundayız. Sevdiğiniz işi yapamıyorsanız, yaptığınız işi sevin demeyeceğim. Ama her işin içinde keşfedilecek bir anlam olduğunu da inkâr edemem. Bir ucu boklu değneğin bir tarafını kaldırdığınızda, diğer ucu da havalanır. Ben bardağın dolu tarafına bakmayı seçiyorum. Ve işte bu yüzden hala:
“Çalışıyor olsaydım, çalışmazdım.”
Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola, tekrar görüşmek umuduyla,
Hadi Eyvallah…
Not: Yazının ilk bölümünün linkini de paylaşayım “Genç Bir Mühendise Öğütler – 4 Ekim 2020 “