27 Mar Bir Sinematik Tavşan Deliği
İnsan, gerçeğin ne kadarını kaldırabilir?
🎞️ Prolog: Perde Kalkmadan Önce
Viski dolabımda The Scotch Malt Whisky Society’den alınmış 9 yıllık bir Highland Malt var. Etikette yazan isim çarpıcı: “A Cinematic Rabbit Hole”. Ama hayır, bu gece konumuz viski değil.
“William Wallace İskoç değil miydi?” der Ayna Adam, koltuğun kenarından gözlerini bana çevirerek.
Kiefer Sutherland’ın hak ettiği değeri bulamamış bir dizisi var: Rabbit Hole.
“Bu aralar herkes o diziden bir alıntı paylaşıyor, fark ettin mi?” diye devam eder Ayna Adam, sesi biraz daha kısık.
Bu yazının da ilgisi var o tavşan deliğiyle. Hem İskoçya’yla olan o özgürlük hayaliyle, hem de politik kurgu ve gerçekliğin birbirine karıştığı dizilerle.
O zaman… Perdeyi kaldıralım.
🕯️ Kıvılcımın Doğduğu An
Aydınlanma Çağı…
Kütüphanelerin gözlerinden ışık sızıyor.
Felsefenin dili çözülüyor.
Ve insan, ilk defa kendi aklına danışıyor.
Voltaire, Rousseau, Diderot — sanki yıldızlardan tohum almışlar da zihin toprağına serpmişler.
Toplumun kulaklarında yankılanan ilk sorulardan biri bu:
“Neden boyun eğiyoruz?”
Ayna Adam hafifçe güler, gözlüğünü çıkarır hayali gözlerinden.
“Çünkü düşünmek zahmetli iştir,” der.
“Çünkü düşünmek, kanat takmak gibidir; önce sırtına ağırlık yapar, sonra göğe yükseltir.”
O an anlıyorum,
Aydınlanma bir devrimden çok, bir iç yangındı.
Ve Paris’te, 1789’un taş sokaklarında yürüyen kalabalıklar,
aslında kendilerine yürüyorlardı.
🧱 Barikatların Ardındaki Rüya
Yıl 1871. Paris…
Barikatların ardında işçiler, öğretmenler, düş kuranlar var.
Kadınlar meclis kuruyor, çocuklar özgürlüğü ezbere sayıyor.
Ve Komün, 2 ay 1 hafta 3 gün boyunca göğe açılan bir umut penceresi oluyor.
Ayna Adam bir İskoç çayı koyuyor bu kısımda, buzsuz ve sessiz.
“Biliyor musun,” diyor,
“Komün’ün en güzel yanı, hayal ettiğini denemeye cesaret etmesiydi.
Ama en trajik yanı da… hayalin gerçeklikle tanıştığında boyun eğmesi oldu.”
Komün, Aydınlanma’nın son sınavıydı belki de.
Düşünce, silaha dönüştüğünde
ve silah, düşünceyi bastırdığında
büyük idealler kırılırdı.
🧠 Gerçeklik Kodlarının Kırıldığı Yer
Zaman ileri sarıyor.
Dünya, dijital maskelerle dolu; her yüz, başka bir algoritmanın kurgusu.
Ve demokrasi, çoğu ülkede artık bir “etiket” yalnızca.
Seçimler var, evet.
Ama gerçek bir tercih yok.
Ayna Adam dizüstüne uzanmış, parmaklarında dönen bir USB bellek.
“Şimdi bak,” diyor,
“bu dizide anlatılanlar sır değil artık. Rabbit Hole…
Gerçekliğin nasıl manipüle edildiğini gözümüze sokuyor. Ama insanlar hâlâ gözlerini kapatıyor.”
Dizi, bir adamın aklında yolculuk yapıyor.
Algının kırılganlığına ve ‘hakikat’ adı verilen maskeye dokunuyor.
Bilgi, silaha dönüştürülmüş.
Ve bilgiye sahip olan, gerçekliği yazan oluyor.
Tam da Orwell’in dediği gibi:
“Geçmişi kontrol eden, geleceği kontrol eder.
Bugünü kontrol eden, geçmişi kontrol eder.”
🌒 Gölgeler Ülkesinde Yankılar
Distopyalar, gelecekten korkanların bugünü anlatma biçimi…
1984, Cesur Yeni Dünya, Fahrenheit 451…
Her biri bir uyarı sireni gibi çalıyor zihnimizde.
Ve her biri, özgürlüğün ne kadar kolay elimizden alınabileceğini gösteriyor.
Ayna Adam biraz yaklaşır, bu sefer sesi daha kısık.
“Dikkat et,” der.
“Özgürlük, artık sana sorulmuyor. Ne kadarını kabul edeceğini seçmen isteniyor sadece.”
Demokrasi, çoğu yerde bir vitrin.
Arkasında ise karanlık bir depo: sansürler, gözetleme, sessizlik.
Tıpkı bir distopya romanının ilk sayfaları gibi.
🕳️ Tavşan Deliğinin Kıyısında
Belki de artık uyanmanın zamanı.
Çünkü hakikat, konforlu bir koltukta değil;
bilakis, dikenli soruların içinde saklı.
Fransız Komünü’nün idealleri,
Aydınlanma’nın ışığı,
ve distopyaların karanlık uyarıları…
Hepsi bir tavşan deliğine çıkıyor sonunda.
Ve bizden cesaret bekliyor.
Ayna Adam elini omzuma koyar gibi yapıyor.
“Haydi,” diyor,
“bir kez de bu sefer biz atlayalım. Gerçeklikten korkma.
Çünkü asıl karanlık, hiç sorgulamadığında başlar.”
🎬 Epilog: Sessizliğin İçinden
Ama artık kelimeler değil, sessizlik anlatıyor içimizdeki dengesiz teraziyi.
Ülke, çocuklarına bakarken korkularını görüyor, kelimeler, taraf seçmeye mecbur bırakılıyor. Annelerin gözlerinde gelecek yok, sadece direnmenin yorgunluğu var.
Eşitlik bir harita gibi, ama yolları hep başka yöne çıkıyor. Hürriyet, bir zamanlar haykırıştı, şimdi ise sadece içe çekilen bir şüphe.
Adaletse, sessiz bir kuyudan yükselmeyen yankılar kadar uzakta.
Ama belki de, bir gün, sessizliğin içinden bir ses yükselecek: “Buradayım.”
Ve biz, o sesi bir alfabe gibi çözüp, yeniden yazacağız birbirimizi.