Kuşadası Gençlik Spor - Anıl Şakrak
16403
post-template-default,single,single-post,postid-16403,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

18 Eki Kuşadası Gençlik Spor

“Futbol asla sadece futbol değildir” der Simon Kuper. Bir şehrin, bir ülkenin karakter veya inanç gösterisi ya da hürriyet mücadalesidir. Atletizm haricinde neredeyse diğer tüm spor branşları bir şekilde bir araca ihtiyaç duyar. Ama futbol oynamak için iki taş ile sıkıştırılmış kağıtlardan bir top yapabilir ve herhangi bir yerde oynayabilirsiniz. Tanıdığım herkesin futbol hakkında bir fikri vardır. Maça giderseniz tribünlerde binlerce teknik direktöre rastlayabilirsiniz. Televizyonda ise eski futbolculardan çok, hayatlarında hiç futbol oynamamış futbol yorumcusu görebilirsiniz.

Endüstriyelleşmesi ve de bu sene malum sebeblerden seyircisiz oynanmasından olsa gerek günümüzde, en azından ben öyle düşünüyorum, futbol artık eskisi kadar zevk vermiyor toplumlara. Ama takım tutma mevzusu hala revaçta.

Yaşadığı semtin, şehrin takımlarını tutan dostlarım var: Altaylı, Karşıyakalı, Göztepeli, Ankaragüçlü. Onlara çok saygı duyarım. “Şampiyon takımı tutmadık, tuttuğumuz takımı şampiyon yaptık” derler. Alsancak stadında Altay’ın, Göztepe’nin ve Karşıyaka’nın birçok maçına gittim. Alman dostlarımı bile Altaylı yapmıştım. Ankara’da yaşarken İzmir takımlarının maçlarına da gittim. Yasin hatırlar Ankaragücü – Altay maçı maceramızı.
Unutamadığım bir maç ise Alsancak Stadında, Karşıyaka-Göztepe maçı: açıktayız ve devre arası tuvaletlerin orada arbede çıktı. Bu tarafta dostlarım, öteki tarafta da dostlarım var. Komik bir durum yani. Daha komik olan ise Odtü yurtlarında Karşıyaka Göztepe kavgası çıkmasıydı.

Ben semtinin takımın tutan dostlarım gibi olmadım, olamadım. Ben Beşiktaş taraftarıyım. Son 2 senedir kombinem bile var. Maçlara gitmesem de alıyorum kombinemi. Ama yaşadığı semtin ya da ilin takımlarını tutanlara hep saygı duyarım. Benim gibi 2 veya daha fazla takım tutanlar da vardır; türkiye ligleri, avrupa ligleri vs..
Ben ise Birinci ligde (eskiden süper lig mi vardı?) Beşiktaş’ı tutarken, ayrıca doğduğum yerin takımı Kuşadası Gençlik Spor’u da tutardım hangi ligde olursa olsun. Bu hafta Kuşadası Gençlik Spor’dan bahsetmek istiyorum.
Tarihine ya da başarılarına girecek değilim, bunu babam ve amcam kadar bilme şansım yok. Haddimi de bilirim. Ama o çocuk aklımla yaşadıklarımı, anılarımı yazmama bir mahsur da yok diye düşünüyorum.

Önce bir saptama ile başlamakta fayda var: kuruluşu 1934 olan kulübün adı Kuşadasıspor değil, Kuşadası Gençlik Spor. Sosyal medya da gördüm kulübün kendi sayfasında bile bazen Kuşadasıspor ibaresi kullanılmış. Hatta futbol federasyonunun web sitesinde de Kuşadasıspor diye geçiyor.

Kapak fotoğrafının hikayesi ile başlamakta fayda var. Üç yaşımda şimdi otopark olan saha da çekilmiş olan foto da, bir tarafımda Hüseyin Amcam (Godrik Hüseyin) diğer tarafımda ise Bülent Amcam var. Hüseyin amca ya da Hüseyin Abim, babamların dostu, annemim folklor arkadaşı, saray apartmanından komşumuz.
Bülent abinin hikayesi ise entresan. 2012 yılında Mubea fabrikasının inşaatı sırasında Atilla Dayım bana “Git Manisa’da Altan Çevikoğlu’nu bul” dedi. Buldum Altan Ç.’yi. Altan deyip geçmemek lazım; “A bu bizim Carlos, yanındaki kukelatalı kim” fıkrasındaki Carlos gibi herkesi tanıyor. Babamı bile tanıyor çıktı.
Konu konuyu açtı, sosyal medyada bu fotoyu görmüş, Bülent’i tanıdı. Bülent Abi Manisalı ama Almanya’da yaşıyor. Hemen telefon etti, onlarca yıl sonra o fotoğraftaki adamla konuşma şansım oldu. Şimdi sosyal medya da arkadaşım. Hayat tesadüfleri seviyor gerçekten. Kuşadası Gençlik Spor’la yarı bilinçli ilk temasım bu. Bir de tabi babam ve amcamın fotoğrafları var oynadıkları zamandan.

İlkokul 4. Sınıftayken 3. Ligler açıldı ve Kuşadası Gençlik Spor’da profesyonel olarak 3. Lige dahil oldu ve babamda Kulüp başkanı. Babam “ben futbolcu olacak adamı yürüşünden tanırım” derdi. Bende o yürüyüşü görmemiş ama baba kontenjanından bana, minik takımda 9 numaralı forma giydirildi. Maç öncesi sahaya çıktık oradan oraya koşturduk o koca sahada ufacık ayaklarımızla (o zaman ayaklarım ufaklar daha).

Kuşadası Gençlik Spor o sezon lige fırtına gibi girdi. Antrenörleri Altınordu’nun Efsane oyuncusu Muhterem Ar, Muhterem babam. Oğlu Muhteşem 4. sınıftan itibaren bizimle okudu ilkokulu. Bazı insanlar vardır hani fizyolojik olarak aynı anne-babadan değilsinizdir ama kardeşsinizdir; işte öyledir Muto benim için. Bu nedenle de Ar ailesi de ailemdir.

Maçlar eski stadda oynanıyor. Takımın kaptanı Sebahattin Abinin (Sebo), elinde büyümüşüm. Takım kampa gitti. Muto, Ben ve Mert, bizde onlarla gittik. Sebo’nun içinde gestapoluk çıktı, gerçi dürüst olmalıyım o kadar fırlamalık yapıyoruz ki adamı çıldırttık.

Torpilli olduğumuzdan maçları ya soyunma odasında ya da Selma Teyzenin “Protokol” balkonunda seyrederdik. Tribüne salmazlardı. O sene Aydınspor ,il olmasının onlara verdiklerini düşündükleri bir haksız rekabet sonrasında şampiyon oldu, biz de ikinci ama futbol Kuşadası’na ayrı bir heyecan katmıştı.

Birçok futbolcu abim oldu o dönemde, bazıları hakikaten entresanlardı. Orhan Abi vardı Deli Orhan. Çok yetenekliydi ama ne bileyim bir kaç tahtası eksikti işte. Adalıların olduğu kanatta oynamak isterdi, bacak arası ile geçtiği adamı, durur çağırır bir daha bacak arasıyla geçerdi. Kamplara gittiğimizde de bizi matematik çalıştırırdı. Sonra sıkılır bizi başında kovalardı. Babam anlatmıştı, Antalya deplasmanında maç 0-0 gidiyor ve son dakikalarda penaltı olmuş. Orhan topu alıp kulübeye gelmiş ve babamlara “golü fantezi yapıp direğe çarptırıp mı yoksa direk mi atayım?” diye sormuş. Hak ettiği okkalı küfre aldıktan sonra gidip golünü atmış. Eğer babamlar fantezi atmasına müsade etselerdi, onu da gol yapacağından hiç kimsenin şüphesi yokmuş.

Denizli Emsanspor’un efsane golcü Şahap abi vardı. Kuşadası Gençlik Spor’un ikinci olduğu sene Emsan üçüncü olmuştu ama Şahap Abi gol kralıydı o senenin. Sonra bize transfer oldu. Kaptan hala Kuşadası’nda ve hala babamlarla beraber.

Skor tabelasını benim değiştirdiğim efsane Tirespor maçı var, 11-0 kazandığımız. Onuncu gol atıldığında fark ettim, elimdeki en büyük rakam 9 olduğunu. Hakemlere çaktırmadan, kale arkasından yedek kulübesine gidip 10 numaralı oyuncu değiştirme plakasını alıp skor tabelasına koşarken, 11. Gol gelmişti. Bende gerisin geriye 11 numarayı almaya gitmiştim. Bu sefer 12 numaralı tabelayı da almıştım yanıma, ne olur olmaz diye. O maçta genç hukuk öğrencisi Hayati Abi tam 7 gol atmıştı.

İlk sene yukarıda bahsettim malum sebeblerden şampiyon olmadık ama ikinci sene şampiyon olup ikinci lige çıkmıştık. Deplasman maçlarına gitmem konusunda babam çok sıcak değildi. Bu nedenle ben de kaçak giderdim. En kötü yakalanmam, Ayvalık Deplasmanında oldu. Bilmeyenler için, Ayvalık Stadında rakip takım seyircisine ayrılan tarafı tepeden çok rahat taşlayabilirsiniz. Bize de öyle yaptılar. Biz de can havliyle tellere dayanıp kafamıza söktüğümüz koltuklarla kask yapmışız. O an stadın içinde olan babamla göz göze geldim.

Emsan, Ada’da oynayacağı maç öncesi Özçelik otelde kampa girmiş. Bunu duyar duymaz, o çocuk aklımızla birşey yapmalıyız dedik. Hafızam yanıltmıyorsa Muto, Mert ve Cengiz ile marangoz atölyesinde Salih Abi’yi kandırıp bir tabut hazırladık, üstüne de Emsan’ın renklerinden bezler tutuşturduk. Deniz kenarında gidemezdik. Bizde Yalçındağ Sitesinden papatya tarlasına doğru yürüyüp Gürbüz sitesine ulaşık, tepeden Özçelik Otelin önüne geldik tabutla. Ağzımızla cenaze marşını söylüyoruz, otelin kapısına yaklaşıp tabutu bırakıp kaçtık.

Federasyon kupası eleme maçında Kuşadası Gençlik Spor Beşiktaş’la eşleşti ve ilk maç Kuşadası’nda karşılaşacaklar. Kimi tutacağımı bilemiyorum. Gönlüm, bir Beşiktaş kazansın diyor, bir Kuşadası Gençlik Spor tıpkı Davut’un Golyat’la yaptığı savaştaki gibi kazansın ve büyük bir sürpriz yapsın diyor. Beşiktaş kazandı, sevinsem bile üzülsem mi bilemedim o çocuk aklımla.

Çocukluğumda Kuşadası Gençlik Spor’a dair hatırladığım bir anı da ailecek cümbür cemaat gidilen Alanya deplasmanıydı. Takımın kamp yaptığı otelde kalıyoruz. Futbolcu abilerle vakit geçiriyoruz. Bir de Alanya’yı geziyoruz. Dönerken de muz getirmiştik, salonda sararması için bırakılmıştı ama biz beklemeden kaçak yemiştik. Sonuçta o zamanlarda, Almanya’dan biri gelmiyorsa yani Çikita (Chiquita) muz getirmiyorsa muz yemek büyük lükstü. Bu arada merak edip araştırdım: Çikita bir muz cinsi değil, üretici ve dağıtım firmasının adıymış hatta 2019 da konkordato ilan etmiş. Geçmişi de biraz karanlık bir firmaymış.

Alanya deplasmanını hatırlayınca Alanya’nın şu an süperlig de olduğunu ve liderlik yarışında önemli bir yerde olduğunu anımsadım. Merak ettim Kuşadası Gençlik Spor nerede diye, gördüklerim hiç bana keyif vermedi. 1986 yılında yakılan ateş, biraz yanmaya devam etti ve sonra söndü, Ne kadar yazık. Oysa o zaman yakılan ateş şimdi bir Alanya veya Akhisar gibi olabilirdi.

Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola, haftaya görüşmek üzere, Eyvallah…

No Comments

Post A Comment