
07 Mar Dolu Dolu Boşluk
Bir Kitap, Bir Yansıma, Bir Boşluk
Kitap rafların arasında kaybolduğum bir gündü. Sanki kitaplar beni seçsin istiyordum, ben de birinin kapağını aralarken değil, o bana dokunduğunda başlasın hikâye… Dolu Dolu Boşluk tam da böyle geldi elime. Yakın zamanda Annemin Plaklarında duyduğum Enso Çemberi’ni gördüm önce kapağında. Sanki çölde doğru zamanda karşıma çıkmış bir kuyu gibiydi. Herkesin hayatında bir yolculuk vardır; kimi keşfetmek için, kimi kaçmak için yola çıkar. Benim yolculuğum ise, kendimi bulma çabasıydı.
İçimde bir boşluk mu vardı? Yoksa boşluğun doluluğuna mı ihtiyacım vardı? Bilmiyorum. Bildiğim tek şey, kapağına takılı kalan gözlerimin, farkında olmadan anlam arayışımın haritalarını çizmeye başladığıydı. Şu sessizlik anı var ya, hani göğüs kafesinin tam ortasına saplanan bir hüznün eşlik ettiği…
İşte orada tanıdım bu sesi. Baktım, müzik ve kelimeler birbirine sarılmış, yıllarca aynı yolda yürümüş gibiydi.
Yaşam Bir Sanattır
“Yaşamak bir sanattır ve sırrı da bir kazananı ya da kaybedeni olmamasındadır.”
Hayat, kazanmaktan ve kaybetmekten ibaret değildir. Hayat özünde, kazanmayı amaçlamak, kaybetmekten korkmak, yaşamayı arzulamak, ölüm karşısında endişe duymak gibi sınırlandırıcı ve sabitleyici duygular içermez. Bunlar tamamen yaşarken bizlerin geliştirdiği zihinsel bloklardır.
İnsan ölümden korkar, çünkü yaşamın ne olduğundan habersizdir. Bu durumda korku doğaldır, çünkü ölüm bizi bu fiziki varoluş dünyasından çekip alacaktır. Ve siz henüz yaşamamışsınızdır. Ne olduğunu bilmeden bu hayatı nasıl yaşarsınız ki? Çünkü hep yarına ertelemişsinizdir ama ya yarın yoksa? İşte o zaman korku başlar.
Goethe şöyle der:
“Yüce olan her şey yalındır.”
Ayna Adam: “Bir kitabı nasıl seçersin? Onun seni bulmasına izin vererek mi, yoksa fark etmeden köşesine sığındığın bir cümleyle mi?”
Ben de bilmiyorum Ayna Adam. Ama bilmediğim soruların peşinden gitmeyi seviyorum.
Sayfaların arasında dolaşırken, sanki bir yankı duyuyorum. Dolu Dolu Boşluk sadece bir varoluş sorgulaması değil, aynı zamanda insanın iç dünyasında gezinen bir felsefi harita gibi. Alpay Asar, kelimeleri birer kapı gibi kullanıyor; her kapıyı açtığında seni başka bir gerçekle yüzleştiriyor. Boşluğun anlamını, insanın kendine çizdiği sınırları ve bu sınırların nasıl aşılabileceğini sorguluyor. Bazen bir kelimenin ağırlığı altında eziliyorsun, bazen bir cümle seni hiç beklemediğin bir köşeye savuruyor.
Boşluk, sadece bir yokluk değil; aynı zamanda varlığın en saf halidir. Kitap boyunca, boşluğun kendisiyle yüzleşirken, kelimeler, içimizde açılan yaraları sarmaya çalışan ince iplikler gibi örülüyor. Boşluk, bazen içinden çıkamadığın bir labirent, bazen de sonsuzluğa uzanan bir kapıdır. Taozime göre boşluk -XU- nesnelerin var olabilmesi için zorunlu olandır. Mevlana ise şöyle der:
“Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen bir HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun.”
“Söylesene, sen boşluğun neresinde duruyorsun?”
Ayna Adam: “Durmuyorum. Boşluğun içinden geçiyorum. Onunla yürüyorum. Kendimi, kaybolarak buluyorum. Sen ne yapıyorsun?“
Yapabileceğim tek şey, derin bir nefes alıp cümlelerin içine dalmak.
“Labirentte yaşayınca uzun zaman, çıkışı bulmaktan korkuyor insan.”
Bir labirent düşün. Sağlı sollu duvarlarla örülü. Her kapının ardında bir sürü yarım bırakılmış hikâye. Hangisi seni dışarı çıkaracak, hangisi daha derine itecek bilmiyorsun. İşte boşluk dediğimiz, tam da bu bence. Dolusunu da, yoksunluğunu da kabul etmek.
Kimse bizim için yürüyemez, yürüyüşümüzde bize yardım edemez. Yolun kendisi hedef olmalı, süreçler bizim rehberimizdir. Yol yürüdükçe kendini açar. Mevlana şöyle der:
“Sen yürümeye başlayınca yol kendiliğinden görünür.”
Son Söz
Bazı kitaplar okurunu seçer. Bazı kelimeler aklınızda çığ düşürür, bazıları ise bir melodinin peşinden çıkar karşınıza. İşte bu kitap, benim için bir ezginin izini süre süre vardığım bir boşluğun sesi oldu.
Unutma, bazen en dolu anların, en boş hissettiğin zamanlarda saklıdır. Boşluk, düşündüğünden daha fazla anlam taşır. Bazen içindeki sessizlik, yankılanan en güçlü sestir. Kendini bulmak için önce kaybolmayı göze almalısın.
“İçindeki boşluk seni ürkütmesin, bazen ruh en çok orada genişler.”
Belki de arayışımız, kaybolmanın kendisinde saklıdır. Özgürlük, bazen yanılgılarla dolu uzun bir yoldur. Ve boşluk, onu fark ettiğinde seni kendine çağıran bir aynadır. Kaybolmak da bir varoluş biçimidir; çünkü bilirsin ki, bir gün kendini yeniden bulacaksın.
“İnsan yolunu kaybetmeden kendini bulamaz.”
Boşluğun içinde bir yankı var, kendini hatırlatan. O boşlukta kalmak bazen huzurun ta kendisi olur.
“Bir yerlerde, çok uzakta, içimde bir dünya var ve ben ona ulaşmaya çalışıyorum.” diyor Pessoa.
Belki de hepimiz o dünyaya ulaşmanın peşindeyiz. Kendi içimizde, bir labirentin ortasında, bir ışık arıyoruz.
Ayna Adam tekrar fısıldıyor: “Peki ya ışığa ulaşırsan? Yolun biterse?”
Belki de yolun kendisi, o ışığın parçasıdır. Ve belki de asıl mesele, varacağımız yer değil, yürüdüğümüz yolun bizi nasıl dönüştürdüğüdür.
Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola, tekrar görüşmek umuduyla,
Hadi Eyvallah…
Barış Durum
Posted at 04:01h, 08 Mart👏🏼👏🏼👏🏼👏🏼👏🏼🤗🤗🤗