12 Oca Yolda…
Bir perşembe sabahı, Derin’i alıp okula bırakıyorum. Tabi ki birçok kız babasının yaşadığı anlar; aradıktan 10 dakika sonra indi yine aşağı.
Her seferinde 10 dakika önce ara ya da 10 dakika geç git bir kere de o beklesin diyorum.
Kime diyorum ki?
Ona, üst komşuya, zihnimin kıvrımlarında dolaşan serseriye.
Olmuyor tabi ki.
Şaka bir yana yakında 18 yaşına basacak.
– O, 18 oluyorsa sen de 48 oluyorsun.
– Ya dur bir dakika, bir bırakmıyorsun adamı kendiyle konuşmaya çalışsın. Hemen yırtık dondan fırlar gibi çıkıyorsun.
– Konuşuyorsun zaten.
Neyse geri dönelim yazıya. Uzun zamandır yazamamaktan şikayetçiydim. Türlü türlü bahaneler buluyordum kendime.
Yoldayız ama hep yoldan sapmaya meyilli.
Aklıma geldi bir anda kim her şeye “bisiklete binmek gibi, bir kere öğrendi mi , hemen kolayca hatırlıyor insan” diyorsa onu bulup ağzına kürekle vurmak istiyorum.
Şimdi hatırladım; bende birkaç kez kullanmıştım bu benzetmeyi. Ne komik bir görüntü olur değil mi kendi ağzıma kürekle vurmam.
– Anıl Bey yola dönelim.
Gelişim kolejinin oradan bağlantı yolu yardımı ile Aliağa otobanına bağlandık.
Ne kadar saçma bir cümle oldu, tıpkı eskiden radyo da maç anlatan spikerlerin “Rıza orta sahada topla buluştu ve kendi ekseni etrafında döndü” cümlesi gibi.
Radyodan maç dinleyen bir neslin hayal gücüne mavi ekran verdirdi bu cümle, en azından benim öyle oldu.
– Yola dönelim Anıl Beycim.
Yolda,
Jack Kerouac’un kitabı; başlayıp da bitiremediğim bir sürü kitap gibi kütüphanede, bir daha aklıma gelip gözde kitaplarımın yanına, baş ucuna gelmeyi bekliyor masum masum.
Muhtemelen bu akşam haremden onu alacağım yanıma.
Biliyor muydunuz, insan beyni günde 6.000 düşünce üretiyormuş. Eşit dağıtırsak dakikada 4, normal (kime göre, neye göre) uyku zamanını çıkarırsak dakikada 6.
Daha en azından 20 dakika daha yol var. Bakalım nereye varacak mevzular.
Emiralem yoluna indik. Ya yalnız değil miydim ben arabada?
– Beni unutuyorsun Anıl Beycim.
– Kimsin sen ya sürekli başımın içinde başımı yiyorsun.
– Ben senim Anıl Beycim.
– O zaman ben kimim?
– Onu da mı bana soruyorsun. Onu da sen bulacaksın. Eğer başladığın o yazıyı bitirirsen tabi ki.
Aramakla bulunmaz “ben”, ancak bulanlar arayanlardır.
Bir anda fondaki müziğe takıldı kulağım;
Kavuşmamız şarkı şarkı olacak.
Skor ve dakika almak için şimdi Manisa’ya bağlanıyoruz; Hala yoldayız, daha Manisa’ya 20 km var.
Hop, evvelsi gün Gürol’la Route 66 yapmak lazım sohbetimiz geldi aklıma. Bu coğrafyanın gerçeği, hemen ne kadar benzin gider, kaça patlar hesabı yapmıştık.
Sonra ertesi gün, kahve sohbeti sırasında “onların Route 66 varsa bizim de E5’miz var” cümlesi üzerine google haritalardan yola bakmalar, Engin’in ofise gelmesi ve gelmesiyle muhabbetti görüp kaçması.
Özleyeceğim bu anlık gelişen sohbetleri.
Emiralem kavşağını geçtik artık sol şerit bizim. Fonda “Sweet Home Alabama”, benim aklımda ise “Sweet Home Muradiye”
Spotify’da bir yol şarkıları listem vardı, bir gün kimseye söylemeden uzun bir yola çıkacaktım nereye gittiğimi bilmeden.
Ben bilmezsem kimse de bilmeyecekti sözde.
Hep sözde bunlar tabi ki, kolay mı öyle gitmeler.
Zor ama imkansız değil?
– Gidelim buralardan, dayanamıyorum.
Telefonu kapatıp, kimselere bir şeyler söylemeden öylece gitmek.
– Gitme kal bu şehirde.
Hayır gideceğim bir gün, görürsün bak. Ama hele şu olaylar bir geçsin.
“…
Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda.
Başka bir şey umma –
Bineceğin gemi yok, çıkacağın yol yok.
Ömrünü nasıl tükettiysen burada,
bu köşecikte,
öyle tükettin demektir
bütün yeryüzünde de.
…”
Kavafis çık aradan, senin sıran gelmedi daha, hatta bugün sana rol yok bu yazıda.
Tam viraj bitmeden yavaşladık, radar amcaya selam verdik ve köy yoluna girdik. Gerçi artık büyük bir kısmı köy yolu olmaktan çıktı, Toki yolu oldu.
Bugün ara yola gireceğim. Funda bu yazıyı okursa, arar kızar ama olsun girmek istiyorum son kez.
Belki yarın ben buralarda olmam ya da bu yol buralarda olmaz. Hülya Koçyiğit’le Kartal Tibet’ten Senede Bir Gün filminden araya parça atar gibi oldu.
“Harbi” köy yoluna girdik, bir yanımız sanayi tesisleri, diğer yanımız buna hala direnen tarlalar. Ne fotolar çekmiştim bu yolda, ne düşler kurmuştum.
– Olsun Anıl’cım, yeni patika yollar, yeni düşler her zaman bulunur, eğer ararsan.
Bak yine araya girdi, biz yok mu dedik. Hem biz Robert Frost’un askerleriyiz. Hep az seçilen yolu seçtik.
– Seçtin de ne oldu?
– Sen oldun, daha ne olsun.
İlk ayrıma geldik, burada harabe bir durak var. Eskiden üzerinde “o gemi birgün gelecek” yazardı.
Neden sildiler, kime zararı dokundu ki?
Her geçişimde içim umutla dolardı, hala benim gibi gelecek gemilere inanlar olduğu için.
Onu yazana ne oldu acaba, geldi mi beklediği gemi?
Şimdi sağım solum mezarlık olan virajdan geçiyorum. İçinden yol geçen mezarlık, ne kadar garip değil mi?
Peki buraları da sanayileşirse ne olacak o mezarlara?
İnsan sormadan duramıyor.
Aklıma Berkan Abi geldi, o anlatırdı; Milattan önce daha develer pirelerle maç yaparken ayakkabıcılar çarşısının orada, Tirsan Kardan’ın bahçesinde yatır ve onun gece vardiyasında ki yarattığı küçük korku dükkanı hikayelerini.
İki mezar arası dilek tutulmaz de mi?
Ben de dilek tutmuyorum zaten mesaj gönderiyorum. Berkan Abi, Nuri Abi’ye selam söyle. Keyfinizi ve neşeniz bol olsun orada.
Nuri Abi’nin vefatından bir sene sonra Enis’le beraber, Sancaklı’ya çıkmıştık bisiklet sevdasına. Dönüşte Örnekköy mezarlığına uğradık. Mezarlığın girişinde bir yazı;
“Ey insanoğlu ölüm senin peşinde, sen neyin peşindesin?”
– Evet Anıl Bey, neyin peşindesiniz?
– Düğümleri çözmenin peşindeyim.
– Her düğüm çözmek için değildir yalnız bazılarını kesmek lazım. Ne demişti Yusuf Abin hatırlasana.“Her yöneticinin bir kılıcı olmalı, bazı düğümleri çözmekle uğraşmak yerine kesip atmayı bilmeli.”
Gömmüştük savaş kılıçlarını uzun zaman önce, bulmak ve bilemek zaman aldı biraz. Artık kesme zamanı geldi farkındayım.
Düş yolu bitti, modern hayata döndük organizenin yoluna bağlanarak.
Bundan sonra her tarafım fabrika dolu, düş kurdurmuyorlar insana.
Sola sinyal verdim, dönmek üzereyim. klasik Vestel trafiğine takıldım. Durum yine vahim ama artık sakinim.
Fonda Telli Telli Turna, biz büyüdük ve kirlendi dünya.
Hayatta tesadüf diye bir şey yok artık öğrendim.
Elime telefonu aldım, instagramdan bir paylaşım düştü önüme Can Baba’dan.
“…
Gitmek gerekir bazen.
Fazla yormadan, daha çok bıktırmadan,
Eğer vaktiyse ardına bile dönüp bakmadan.
…”– Bu da benden olsun son cümle olarak Anıl Bey,
“Kırılırsın, üzülürsün ama öyle güzel anılar birikir ki hepsini unutturur, o zaman huzurla gidersin…”
Ne kadar sürç’ü lisan ettikse affola…
Halan Cengiz
Posted at 00:52h, 13 OcakAnıl olmuş….bir yemek yiyelim…arayacağım seni….
Uğur İpek
Posted at 09:27h, 13 OcakFüze atsaydınız yüreklere sayın Anıl Bey.
Nihat Akyol
Posted at 11:04h, 14 OcakÇok anlamlı bir yazı olmuş.. Her şeyin hayırlısı olsun..
Yasin
Posted at 18:15h, 14 Ocakyol dediğin uzun, aşılmakla bitmez. yolda bir yerde duraklanır, bir yerde duraksanır bazen. hatta belki kalınır/konaklanır bile bir süreliğine. dinlenmek için, enerji toplamak için. ama sonra toparlanıp yürünür veya koşulur. çünkü yolcu yolunda gerek. yola devam etmek gerek. Yolculuğun devamında keyifli yeni hikayeler dilerim kardeşim