Sisifos Mutlu muydu? - Anıl Şakrak Çıkmazı
16963
post-template-default,single,single-post,postid-16963,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

09 Nis Sisifos Mutlu muydu?

Albert Camus, Sisifos Söyleni‘nde bizlere meydan okur: Sisifos’un sonsuz mücadelesini bir trajedi olarak değil, bir başkaldırı olarak görmemizi ister. “Onu mutlu olarak tasarlamak gerekir.” Çünkü Sisifos, taşını yukarı iterken kendi yazgısını kabul etmiştir. Ama kabul etmek ile boyun eğmek arasındaki farkı da anlamak gerekir. Kabul etmek, Sisifos gibi kaderini görüp ona rağmen mücadele etmektir; boyun eğmekse, Prometheus gibi zincirlerine alışmak ve onları sorgulamamaktır. Bu fark, insanın varoluşla kurduğu ilişkiyi belirler. Kabul etmek, boşluğu fark edip ona rağmen taşını itmeye devam etmektir. Boyun eğmekse, taşın düşmesini bile beklemeden kenara çekilmektir.

Goethe’ye sormuşlar: “Mutlu bir hayat yaşadın mı?”
O ise şöyle yanıt vermiş:

Çok mutlu bir hayat yaşadım ama tek bir mutlu olduğum hafta hatırlamıyorum. Gerçek mutluluk üzüntülerin, sorunların üstesinden gelmektir. Asıl kabus ardı arkası kesilmeyen güneşli günlerdir.

Goethe’ye atfedilen bir başka anekdotta ise, “Mutlu insanlar tanıdım, bunlar sadece ne iseler o oldukları için mutluydular.” dediği söylenir. Bu söz, mutluluğun insanın kendi varoluşuna kök salmasından doğduğunu fısıldar. Tıpkı rüzgâra karşı eğilmeyen bir ağaç gibi, insan da mutluluğu dış koşullardan değil, köklerinin toprağa nasıl tutunduğundan alır. Ona göre, mutluluk anlık zevklerin peşinde savrulmak değil, kendi gölgesinde huzur bulabilmektir.

İşte Sisifos’un durumu da budur. Mutluluk gelip geçicidir, belki taşın zirveye ulaşması kadar kısadır. Ama gerçek mutluluk, taşın düşeceğini bile bile onu yeniden yukarı itmeye devam etmektir. Çünkü bu mücadelede, Sisifos kaderine boyun eğmez, aksine onu sahiplenir ve taşını iterken kendi varoluşunu yeniden inşa eder. Çünkü Sisifos, anlam aramak yerine anlam yaratmayı seçmiştir.

Ne demişti Özdemir Asaf, diye atıldı Ayna Adam;

Yenileceğini bile bile niye deniyorsun?  diye sorana
Öleceğini bile bile niye yaşıyorsun? diyemedim.

Mutluluk: Hedonik mi, Ödenik mi?

Mutluluk üzerine yapılan araştırmalarda genellikle iki tür mutluluktan bahsedilir:

  • Hedonik mutluluk: Zevk almak, acıdan kaçmak, anlık tatminler… Güzel bir yemek, bir dost sohbeti, bir başarının getirdiği gurur… Kısadır ama yoğundur.
  • Ödenik mutluluk: Daha uzun vadeli, derin ve anlamlı bir tatmin duygusudur. Zorluklar, mücadeleler ve fedakârlık içerir ama insanın varoluşunu sağlamlaştırır.

Sisifos için ilk bakışta hedonik bir mutluluk yok gibidir. Her gün aynı kayayı itmek, her defasında onun düşmesini izlemek nasıl mutluluk getirebilir? Ama işte burada ödenik mutluluk devreye girer. Çünkü Sisifos’un mutluluğu, mücadelenin kendisindedir. O, taşı iterken kendi isyanında özgürdür.

Ayna Adam, içimdeki sorgulayan ses, eğilip kulağıma fısıldıyor:
“Belki de asıl trajedi, taşın hiç düşmemesi olurdu. Çünkü mücadele yoksa, anlam da yoktur.”

Hayatın Rutinliğinin Farkına Varmak: Absürde Uyanış

Sabah gözlerimizi açıyoruz, uykunun ağırlığını atmak için bir fincan kahveye sarılıyoruz. Aynı yolları adımlıyor, aynı yüzlere selam veriyoruz. Gün boyu zihnimiz bir ritüelin içinde kayboluyor, akşam ise yorgun argın yatağa uzanıyoruz. Ve ertesi gün, tıpkı dün gibi başlıyor. Sonra ertesi gün aynı döngü yeniden başlıyor.

Tıpkı Groundhog Day (Dün Aslında Bugündü) filmindeki gibi, sürekli kendini tekrarlayan bir döngünün içindeyiz. Ancak bizim döngümüz filmdeki kadar belirgin değil; farkına varmamız zaman alıyor. Bir gün ansızın durup düşünüyoruz: “Bu döngünün anlamı ne?”

Camus’ye göre, işte bu an absürde uyanış anıdır. Rutinlerin farkına varırız, hayatın döngüselliğini hissederiz ve içimizi anlamsızlık korkusu kaplar. Ama burada iki yol vardır:

  1. Anlamı dışarıda aramak: Din, ideoloji, başarı, statü gibi kavramlara sarılmak.
  2. Anlamı kendimiz yaratmak: Hayata rağmen, saçmalığını bilerek, onu yaşamak.

Sisifos ikinci yolu seçer. O taşın düşeceğini bilir ama yine de onu iter. Sisifos için zirve, bir son değil, döngünün bir parçasıdır. Taş her seferinde düşecek, o ise her seferinde onu itecek. Çünkü anlam, taşın zirveye ulaşmasında değil, onu iterken yaşanan farkındalıktadır.

Anlam Aramak mı, Anlam Yaratmak mı?

Bazıları hayatın anlamını dışarıda arar: Bir inançta, bir kariyerde, bir başarıda… Ama Sisifos’un yaptığı anlamı yaratmaktır. Çünkü dışarıdan gelen anlamlar geçicidir, ama kendi yarattıklarımız bizimdir.

Bu noktada, Delfi Tapınağı’nın kapısında yazan sözün önemi ortaya çıkar:

Kendini bil.

Sisifos belki o kayanın altında ezileceğini biliyordu. Ama önemli olan ezilmek değil, başkaldırırken ne hissettiğimizdir.

Ve belki de en büyük özgürlük, hayatın anlamını aramaktan vazgeçip, onu kendimiz yaratmaktır. Belki de bu yüzden “kendini bilmek” için “kendimizi bulmamız” gerekir. Çünkü anlam yaratmak, ancak kendini bilmekle başlar. Bunun içinse, insanın kendi karanlığına bakma ve orada parlayan küçük bir ışığı fark etme cesaretini göstermesi gerekir. O yolculuğa çıkabilmeli…

Peki, sen kendi taşını nasıl taşıyorsun? Onu bir yük olarak mı görüyorsun, yoksa kendi varoluşunun bir parçası olarak mı kabul ediyorsun?


Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola, tekrar görüşmek umuduyla,
Hadi Eyvallah…


No Comments

Post A Comment