Monolog : İçimdeki Yankılar - Anıl Şakrak Çıkmazı
16923
wp-singular,post-template-default,single,single-post,postid-16923,single-format-standard,wp-theme-bridge,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

14 Tem Monolog : İçimdeki Yankılar

“Beni öyle bir yalnız bıraktın ki, yalnızlık bile geldi, yanına oturdu.”

Bazı geceler vardır; insan kendi sesini bile şaşırır.
O anlarda çıkar karşımıza Ayna Adam.
Ne çığlık atar, ne kapıyı çarpar.
Sadece bekler.
Bir fısıltı gibi; gecenin ve kalbin en kuytu köşelerinden gelen sessiz bir çağrı gibi.


— Ayna Adam, yine mi buradasın?
— Sen çağırdın beni.

Hatırlamıyorum dedim içimden. Ama bazı çağırışlar kelimelere ihtiyaç duymaz; insan, sadece geceyi koklayarak bile çağırabilir.

— Bazen herkesin içinde bile yalnız hissediyorum.

— Çünkü yalnızlık, kalabalıkla ilgilenmez. O, zihninin kuytularına sinmiş bir gölge gibi.
Kimi zaman dost, kimi zaman düşman.
Bir çöl gibi.
Ne kadar yürürsen yürü, ufuk hep senden bir adım önde kalır.

— Dost mu? Yalnızlık nasıl dost olur ki?

— Kendi sesini duymayı öğrendiğinde.
Kendine sorup, kendine cevap vermeyi bildiğinde.
Kendinle barışmayı kabul ettiğinde.
Ben senin yalnızlığınım; kaçtığın ama asla kurtulamadığın yansıman.

Bazı kelimeler insanın içine çivi gibi saplanır. Ayna Adam‘ın sesi öyleydi.

— Ağır geliyor sesin bazen.

— Ağır, çünkü içini kazıyor.
Yalnızlık insanın en derin yerlerini oyup şekillendirir.
Her yankı, sensin aslında.
Aynaya baktığında gördüğün çatlaklar gibi: hem acıtan hem anlatan.

— “Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz.”

— Ve yine de paylaşılamayan bir şeydir.
Bir nehir gibi; akarsın, sürüklenirsin ama bazen durur ve kendi yansımanı izlersin.
İşte o an yalnızlık gelir, kulağına fısıldar: “Kendinle ne yapacaksın?”

— Ve ya cevap veremezsem?

— O zaman yalnızlık seni daha da derinlere çeker.
Ama unutma, her derinlikte bir yankı vardır.
Belki de cevap, henüz duymadığın bir yankıdadır.
Ya da çatlamış aynanın içinde.


Susmak, bazen bir cevaptı.
Susuyordum.

— Belki de yalnızlık, kaçtığım bir şey değil, beni ben yapan şeydir.

— Öyle mi? Kim bilir…

— Sen hep burada olacaksın, değil mi?

–Ben senin bir parçanım.
Beni yok sayabilirsin ama terk edemezsin.
Yalnızlık, bir kayboluş değil, bir keşiftir.

— Peki, kendimi keşfetmek istemezsem?

— O zaman yalnızlık bir hapishaneye dönüşür.
Kaçtığın her şey, bir gün seni bulur.
Her kaçış bir iz bırakır ve o iz bir gün seni geri çağırır.

— Ama bazen insan kaçmak ister.

— Kaçarsın. Ama kendinden kaçamazsın.
Sadece kendini ertelersin.
Ve her ertelenen yüzleşme, aynadaki çatlağı biraz daha büyütür.

— Ertelemek de bir çözüm değil mi?

— Zamanı satın almak gibi.
Ama zaman, her borcun faizini çıkaran bir hesap defteridir.
Sonunda yine kendi gözlerinin içine bakmak zorunda kalırsın.

— Ya bakmak istemezsem?

— O zaman yalnızlık hatırlatır seni.
Bir rüzgar, bir fısıltı, bir boşluğun içindeki yankı gibi.
Kendini unutmaya çalışabilirsin, ama ben seni unutmam.

— Bunu bir tehdit gibi mi algılamalıyım?

— Hayır. Bu bir davet.
Kendine doğru çıkacağın yolculuğa.

— Ve kabul edersem?

— O zaman yalnızlık, seni eksilten değil, tamamlayan bir yoldaş olur.
Kaçtığın değil, aradığın kişiye dönüşürsün.

Gözlerimi kapattım. İçimde bir yankı dolandı:

Belki de ilk kez yalnızlığı düşmanım değil, bir aynadaki gerçek yüzüm olarak görmeliyim.

Bazı yüzleşmeler acıtır, ama her acı, içimizde şifa için yer açar.

“Yankılarınla barış. Onlar seninle var oldu, seninle susacaklar.”

Belki de böyle.
Belki de her insan, kendi yankısıyla tamamlanır.
Ve belki de en çok şey, en sessiz yerde fısıldanır.

No Comments

Post A Comment