İnleyen Nameler - Anıl Şakrak
16125
post-template-default,single,single-post,postid-16125,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

31 May İnleyen Nameler

Bir haftadır, sosyal medyada, benim de içine katıldığım ve birçok arkadaşımı da dahil ettiğim bir albüm paylaşma etkinliği var. Bir bulaşının nasıl yayıldığını bizlere çok güzel gösterdi. Bu bulaşısı yüksek paylaşım çılgınlığı, bende müzik üzerine birşeyler yazma arzusu doğurdu. Benim, müziğin içinde bir yazıda olmam gerçekten büyük bir tezat. Neden mi? Çünkü ben müzik konusunda tescilli bir yeteneksizlik abidesiyim. Gerçi bu apoletimle ilgili bazı karşı tezlere de sahibim ve yeteneklerimin doğru yönlendirilmediği için böyle olduğumu düşünüyorum(!). Konuyu biraz açayım. Ortaokulda müzik dersinde flütü burnumla çalıp ağzımdan şarkıyı söylediğimi gören Rahmetli Ali Hoca bacağıma patlatmıştı flütümü ve dersten dışarı atmıştı. O gün içimdeki müzik yeteneğinin öldüğünü düşünüyorum oysa rahmetli bendeki yeteneği fark etseydi belki farklı olurdu. Yıllar sonra bir keresinde de, eşimin devam ettiği amatör caz korosunun bir dersine çok kısa katılımım olmuştu. İlk ses verdiğimde hoca, siz dinlemeye devam etseniz daha iyi olur dedi. Bu da müzik yeteneğime vurulan son darbeydi.[/vc_column_text]

Hayatım boyunca hep bir enstrüman çalmayı arzuladım. Ama olmadı. İçimde bir uktedir; sahilde, ateşin yanında gitarımla “Akdeniz Akşamları” çalmak ama maalesef hep çalanların yanında yancı olarak kaldım.

Bütün bu kötü(!) anılarıma rağmen hep iyi bir müzik dinleyicisi oldum. Yıllar içinde bu yeteneğim hep gelişti. Bu yeteneğimin gelişimi teknolojiyle paralel bir yol izledi.

Çocukluğumda, evde Rahmetli Talih dayımın getirdiği JVC marka müzik setimiz vardı. Plak olarak da 2 tane plak; Pink Floyd -The Wall ve adını bilmediğim ama kırmızı kapağında atom bombası patlaması resmi olan album. O zaman Pink Floyd’un kim olduğunu ve ne dediğini bilmeden dinlerdim.

Kaset konusunda ise çok şanlı değildik. Babamın arabasında bulunan Türk Sanat Müziği kasetleri vardı. Tabi ki Barış Manço’nun “İşte Barış, İşte Manço” kasedinden hiç durmadan “Arkadaşım Eşşek” şarkısını dinlerdik ve her “Kuzularla oğlaklar, sevişiyor mu?” dediğinde utanarak önümüze bakardık. Sonra doldurma kasetler devri başladı. Geceleri diskolarda dinlediğimiz müziklerden oluşan karma doldurma kasetleri dinlemeye başladık.

İzmir’e taşındığımızda, babam bir akşam çift kaset girişi olan cd ve pikaplı bir müzik seti getirmişti. Cd ile tanışmamız da böyle oldu. Çift kaset çalarla kaset kopyalamalar ve karışık kaset yapmalar o zamanın en büyük icadıydı benim için. Boş kaset bulmak zor olduğu için babamların eski kasetleri üzerine yazılırdı. Doğru senkronize olamama durumlarında, şarkılar arasına bazen sanat müziği girebiliyordu.  Cd dinlemek ise çok lüks idi. Evde bizimkilerin uzak doğu seyahatinden getirdikleri yemek ve klasik müzik cdleri vardı. Hala Ravel’in Bolero’sunun baş ağrısına iyi geldiğine inanırım.

Cd’ler pahalı olduğundan eldekileri tekrar tekrar dinlemekten başka bir işe yaramıyordu müzik seti. Bir keresinde karşı komşumuz Barbaros’dan Richard Marx’ın “Here Waiting For” şarkısının bulunduğu cdsini ödünç almıştım. Hala tıpkı ilk günkü gibi, dinlerken gözlerimi kapadığımda o okyanus kıyısına giderim.

İlk aldığım kaset Glenn Medeiros’un “Nothing’s Gonna Change My Love For You” albümüydü. Orta İki yazı Fransa’da yaz okulundaydım. Annem Enrico Macias plağı sipariş vermişti ama adını unuttuğum için alamamıştım. Oysa bir kaset on plak değerindeydi, tabi ki değerini bilene. Kendi paramla aldığım ilk cd ise Dire Straits’in “Money for Nothing” albümüdür. Kuşadası’nda Sağlık Caddesindeki kasetçiden almıştım. Kendi karışık kaset yapma konusunda bir üst seviyeye geçmiş ve cdden kaset doldurmaya da başlamıştım.

Üniversite yıllarının en önemli aracıydı walkmanlerdi, hele bir de çift çıkışı varsa. Özel radyoların artışı ile walkmanleri kasetten daha çok radyo dinlemek için kullanır olmuştuk. Kasetleri başa sarmak için tükenmez kalem kullanmayı bilirim. O zamandan öğrenmiştik tasarruflu olmayı.

Sonra taşınabilir cd-çalarlar ile tanıştık ve cdler ucuzlamaya başladı, ayrıca korsan cdler de bulunur oldu. Zaman içerisinde walkmanlerin yerini cd-çalarlar ve cd çantaları aldı.

İlk MP3’ler çıktığında onları harddiskte saklayamazdık, hiçbirimizin harddiski o kadar büyük değildi. MP3 cdleri satın alır ve bilgisayardan dinlerdik. Winamp programında çalma listeleri ise bir miktar özgürlük sağlıyordu bizlere.

Taşınabilir cd-çalarların MP3 çalmaya başladığı zaman ise bir devrim olmuştu. Bir MP3 cdsinde yüzün üstünde şarkı vardı, büyük bir harddiski ve cd yazısı olan bir bilgisayar ile nerdeyse sevdiğimiz bütün şarkılardan oluşan bir koleksiyonu kolaylıkla her yere taşıyabilirdik. Hatta kaset adaptör yardımı ile arabaya bağladığımız taşınabilir cd-çalarımızla, radyo çekmiyor veya kaset sardı gibi dertlerimiz  olmadan çok uzun yollar yapabilirdik. Hala internetten MP3 indirmek zordu ve paylaşarak koleksiyonumuzu büyütebilirdik.

Koleksiyonculuk hastalığım, müzik arşivimde de kendini göstermişti. Alfabetik sıralanmış şarkıcının tüm albümlerinin (discography) bulunduğu 160 GB’lık hala silmeye kıyamadığım bir arşive sahibim. Uzun yıllar bu arşivi güncel tutmaya devam ettim. Ama teknoloji durmuyordu. Bir arkadaş tavsiyesi ile FLAC (free lossless audio codec) formatı ile tanıştım. Her şarkının mevcut bir MP3 göre on kat yer kapladığı ve ses kalitesininde en az dört kat daha iyi olduğu bir format. Beni tanıştıran arkadaşım plak (analog) ses kalitesine en yakın dijital ses demişti. Kafamda bunu canlandıramamıştım, çünkü en son plak dinlediğimde 10 yaşımda idim.

FLACları cdlere yazıp bilgisayar dışında ortamlarda dinlemeye başladım. Önce arabalara kart okuyucu ve USB girişleri eklendi, daha sonra da cd-çalarlar çıkarıldı. Şimdi telefonumuzu araçla eşleştirerek Spotify, Apple Music, Soundcloud gibi uygulamalardan çevrimiçi veya çevrimdışı müzik dinleyebiliyoruz. Müzik haricinde sesli kitap, çevrimiçi radyo ve podcastler de dinleyebiliyoruz. Artık yeni çıkan bir albüme ulaşmak ya da dünyanın herhangi bir yerindeki radyo kanalını dinlemek çok kolay. Hatta dinlediklerime göre bana yeni keşifler imkanı bile sunuyor. Kısaca müziğe ulaşmak artık çok kolay.

Teknoloji ile müzik dinlemenin ne kadar kolaylaştığını anlatırken hala teknolojinin ulaşamadığı bir kalite seviyesi var: Plaklar. Herşeye ulaşmanın bu kadar kolay olduğu bir dünyada, ben hala o analog tınıların keyfini sürmekten aldığım hazzı bu teknolojilerde yakalamıyorum.

Issız adamdan önce, FLAC ile tanışmamdan sonraydı; bir dostum bana plak dinletti sonra Sade’nin “Smooth Operator” plağını hediye etti. Hayatımın önemli bir dönüm noktasındaydım. Yeni hobiler edinmek iyi geliyordu. Onun da desteği ile sıkı bir araştırma sonrası analog bir ses sistemi aldım; 2x70W çıkışlı analog bir amfi ve marantz pikap. Elimde sadece bir plağım vardı ve onu dinliyordum.

Zamanla plak koleksiyonum gelişti. Aileden bir plak koleksiyonunuz yok ise satın alarak bir koleksiyon yapmanız öyle kolay değil. Parayla bile alamayacağınız plaklar var.

Ben şanslıydım, ilgili olduğumu gören tanıdıklarım plaklarına, yani hatıralarına gereken değeri vereceğimi bildiklerinden, onları bana hediye ettiler. Önce Aydan Yengem annesi Nilufer Babannenin vefatı sonrası, oğlum sen bu plakların değerini bilirsin dedi ve bana hediye etti. İçinde neler mi çıktı? 1950’lerin sonu Neşet Ertaç’ın “Kendin Ettim Kendim Buldum”, Ali Rıza Binboğa’nın “Yarınlar Bizim” 45’liği. Sonra Ovi Bey, sen meraklısın dedi ve bana plaklarını hediye etti: Enrico Macias’ın Ajda ile beraber yaptığı Olympia konseri plağı. Mehmet Yazıcı abim annesinin koleksiyonundan hediye ettiği Cüneyt Gökçe’nin “Damdaki Kemancı” müzikalinin plağı.

Bu şekilde arşivim gelişmeye başladı. Yurtdışı seyahatlerim de sokak satışlarında plak toplamaya başladım. Berlin’de sokak mezatında A-Ha’nın “East Side of the Sun, West Side of Sun” albümünü aldım. Her İngiltere’ye gittiğimde Charity dükkanlarında ve Notting Hill’de plakçılarda uzun uzun zamanlar geçirdim.  Phildelphia, Rocky Street’de bulunan plakçıyla Erkin Koray hayranlığı sayesinde dost oldum ve saatlerce muhabet ettik. Oradan Rocky 1’in Film Müzikleri plağı dahil birçok plak aldım. Dost olduğum sahibi, hem çok güzel bir indirim yaptı hem de plaklar hediye etti. Dünyanın bir ucunda Erkin Koray’ın albüm kapaklarının illustrasyonunu kendisinin yaptığı bilgisi bana dost kazandırmıştı.

Bir cd almak istediğinizde aynı anda elektronik, kırtasiye, hediyeli eşya da satan ruhsuz zincir mağazalara gidersiniz. Hatta şimdi plak da alabilirsiniz oralardan. Plak alışverişi böyle bir şey değildir, bunun ruhunu anlayanlar için. Benim için plak alışverişi, gidip orada kaybolmak, plaklara dokunmak, dinlemek ve bazen almaktır. Amaç almak değil, o anı yaşamaktır.

Tıpkı plak dinlemenin müzik dinlemek olmadığı gibi, eğer müzik dinleyeceksem telefonumdan da dinleyebilirim. Müzik dinleyerek çalışan bir insanım… Ama çalışırken plak dinlemem, çünkü plağa saygısızlık ederim. Plak dinleyeceksem başka bir şey yapmamalıyım, o anın içine girmeliyim.

Şu an arşivimde Aznavour’dan Frank Sinatra’ya, Dave Brubeck’den Stevie Wonder’a , Dire Straits’den Jethro Tull’a kadar her çeşit müzik var. İyi bir Türk Müziği koleksiyonuna sahip olduğumu düşünüyorum. İlhan İrem’in 1990 öncesi yayınlanan altı tane  33’lük plağından üçüne sahibim. “Köprü” 33’lüğüne sahip olabilirdim, ama kendime koyduğum bir plak için harcanabilecek üst sınıra takıldığı için almamıştım. Şimdi ise 1.000 TL değer biçiliyor. Diğer iki 33’lük için ise, zaten umudum yok. Gittigidiyor’da “İlhan İrem 1973-1976” (1976) albumünün sadece kapağı 600 TL , “Ve Ötesi” (1987) albümü ise 17.000 TL. Zihni Müzik’te “Ve Ötesi” albümünü sorduğumda bana “en son o plağı ben kısa şortluyken gördüklerini ve artık aramamamı” öğütlemişlerdi.

Sınırlarım dahilinde satın aldıklarım da oldu, hediye aldıklarımda. Arada onlarla buluşup uzaklara gidebiliyorum. Uzaktan pahalı bir hobi gibi görülebilir, ama pikaplar artık daha alınabilir seviyelere geldi, ucuz versiyonlarda bile iğne bulamama sorununu bir kenara atarsanız, ses kalitesi fena değil. O cızırtıyı duyabiliyorsunuz. Yeni basım plaklar da artık yeniden analog baskıya geçmeye başladı. Dem aldıkça daha çok keyif almaya başladığım jazz müziği arşivimi, yeni baskı plaklarla zenginleştiriyorum.

Kendinize bir iyilik yapmak isterseniz, ister lambalı bir amfiyle (bir kere dinleme şansım oldu)  ya da yeni nesil bir plakçalar ile kendinizi inleyen namelere (namelerin ne dil de ve ne türde olduğu size kalmış)  bırakın. Pişman olmazsınız.

Teknoloji bu kadar gelişirken ve bizler bunun nimetlerinden yararlanırken hep bir öze dönme arzusu duyuyor insan.. Ve orada kendimizi daha huzurlu hissediyoruz. Bu bana ruhsal arayışa çıkan kişinin en sonunda hep yanında olan kendisini bulmasını çağrıştırır. Analog tınılara özlemimiz belki de bundandır.

Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola, haftaya görüşmek üzere, Eyvallah…

Bu hafta için kitap ve film önerilerim ise;

[/vc_column][/vc_row]
Muzikofili

Bu hafta size önereceğim kitap, henüz okumadığım ama okuma listemde olan Selim Kardeşimin hediyesi 2016 yılına ait Oliver Sack’ın Müzikofili – Müzik ve Beyin Öyküleri adlı kitabı. Henüz kitabı okumadığım için sizlere tanıtım bülteninden bilgi paylaşıtım. Şöyle buyurmuş;

Nörolog-yazar Oliver Sacks’ın meslek hayatında karşılaştığı vaka öykülerinin bir derlemesi. Adından da anlaşılacağı gibi, bu kitapta biraraya getirilen vakaların ortak noktası, geçirdikleri hastalık veya kazalar sonrasında müziğe karşı geliştirdikleri hassasiyetleri.
Bir sabah, zihninde bitmek bilmeyen son derece “gerçek” bir melodiyle uyanan bir kadın… Yıldırım çarpmasından sonra piyano çalmaya karşı tutkulu bir ilgi geliştiren bir doktor…
Nörolojik hasarlar ve bunlarla baş etme süreçleri yeni “algı kapıları” ile özgül ve sıradışı deneyimlerin önünü açabilir. Sacks diğer kitaplarında olduğu gibi Müzikofili’de de hekim ve insan kimliğini öne çıkararak sosyal bilimlere ve edebiyata yaptığı göndermelerle okura, üzerinde hiç düşünülmeyen bambaşka bir dünyayı, beyin denilen gizemli organın dünyasını anlatıyor.

Kimbilir belki bir gün bana da yıldırım çarpar ve uyandığımda harika bir şekilde yan flüt çalıyor olurum. 🙂

Yesterday

Konu müzik olunca o kadar çok film geldi ki aklıma bu hafta paylaşmak için: Amadeus, Dünyanın Bütün Sabahları, Pianist, 1900 Efsanesi, La La Land, Grease, Cazcı Kardeşler, The Wall, Shine, Billy Eliot vs… Karar vermek çok zor idi bende en son seyrettiğimi paylaşmak istedim.

Bu haftanın film önerisi 2019 İngiliz Yapımı “Yesterday” filmi. Filmin konusuna gelince, has oğlan, onun dışında kimsenin Beatles’dan haberdar olmadığı bir dünyaya uyanıyor, geçirdiği bisiklet kazası sonrası. Beatles’in şarkıları ile konuk olduğu ikinci film (ilki 2007 yapımı Across the Universe).

Filmde beni en çok etkileyen Has Oğlan Malik’in bu hızlı şöhret sonrası eksik kalanları arayışında John Lennon ile karşılaşıp yaptığı sohbet…

Beatles’in olmadığı bir dünya gerçekten çok eksik olurmuş.

Not: tabi ki Beatles Plakları da arşivimin nadide parçalarından…

1Comment
  • Özgür Günay
    Posted at 00:04h, 01 Haziran Yanıtla

    İnanılmaz bir keyifle okuyorum yazdıklarını. Kalemine sağlık

Post A Comment