27 Eki İç Sesimin İsim Verme Törenine Yetişen Öylesine Bir Yazı
Hayat planlar yaparken sana sürprizler hazırlar, bu hep böyle olmuştur. Görünmez bir kazanın sonucunda, hastane yatağında yatıyorum.
Bütün kazalar zaten görünmez değil midir?
Geçen hafta 2 gün yattım, bu hafta ise ameliyat oldum ve 2 gün yatacakmış gibi geldim.
Saat 12’i geçti; oda da 4 kişiyiz; Burcu, iş kazası geçirip benim gibi ameliyat olan bir hasta ve onun refakatçisi var. Herkes uyuyor, bense uyuyamıyorum.
Odayı aralık kapıdan sızan koridorun beyaz floresan ışığı ile, duvara bakan pencereden yansıyan sarı ışık aydınlatıyor. Uzun zamandır böyle kendimle baş başa kalmamıştım. İç sesimle sohbet ederim umudu ile gözlerimi kapadım. Dürüst olayım, iç ses ile sohbet bahane, derdim uyuyabilmekti.
Gözlerimi kapadım ve iç sesimi aramaya başladım derinlerimde. Ona nasıl sesleneceğim diye düşünürken farkına vardım ona bana ait bir isim vermediğimi.
Olric derdim hep ama artık bu buluşmada onu yeni adı ile onurlandırmaya niyetliydim.
Gözlerim kapalı, düşünceler dans ediyordu gözlerimin önünde. O anda bir yansıma belirdi ilerde, belki koridordan geçen birinin neden olduğu bir ışık oyunu; tıpkı Amerikan Yerlilerinin çocuklarına isim verme ritüeli gibi bende bu yansımanın bende yarattığı duyguyu adlandırdım.
AynaAdam
İşte iç sesim bu şekilde artık kendine ait bir isme sahip oldu. Telefona ulaşamadığım için internete bakamadım var mı öyle bir süper kahraman var mı diye. Varsa da artık bir önemi yok.
Artık iç sesimin bir adı var : Ayna Adam.
***
Masamız denizde, bileklerimize kadar suyun içinde. Dalgalar, uzaktan gelen hafif bir hışırtıyla masaya kadar yaklaşıyor, ama bize dokunmadan geri çekiliyorlar.
Büyük bir çam ağacı, gökyüzüne doğru uzanırken en geniş dallarından biri, tam tepemize eğilmiş, dalların arasına sıkışmış basit bir ampül ışığıyla etrafı hafifçe aydınlatıyor.
Güneş çoktan batmış, ama ufuktaki kızıllığı hâlâ suya yansıyor, dalgalar bu yansımayı zarifçe taşıyor.
İki kişiyiz burada, ama bir farkla. Masanın diğer ucunda oturan, bana benzeyen ama silik bir suret. Sanki sudaki yansımamın canlanmış hali gibi beni bana yansıtıyor.
O, benim iç sesim; Ayna Adam. Yüzü bana dönük, gözlerinde sakin bir bilgelik var, konuşurken sanki hep beni anlıyormuş gibi bakıyor.
“Biliyor musun,”
diyorum ona,
“zihnim durmuyor. Hep bir şeylerle dolu… Bazen nasıl durduracağımı bilmiyorum.”
Elimdeki rakı bardağını hafifçe kaldırıp beyaz peyniri tadarken, bakışlarım masadaki kavun dilimine kayıyor.
O, rakısından bir yudum alıyor. Yüzündeki ifade değişmiyor, ama sesi dalgaların hışırtısıyla birleşiyor:
“Zihnin karmaşık, çünkü sen karmaşıksın. Düşünceler durmaz, çünkü sen durmazsın. Durmak istemezsin belki de…”
Kendi içime bakmaya çekiniyorum bazen, bu yüzden soruyorum:
“Ama nasıl durabilirim ki? Yani her şey sürekli hareket halindeyken nasıl?”
Bir süre cevap vermiyor, dalgaların sesine kulak veriyor, sanki onlardan ilham alır gibi. Sonra yavaşça bana bakıyor, gözleri hafifçe karanlıkta parlıyor:
“Durmak bir hareketsizlik hali değil,”
diyor,
“durmak, direnmemek. Sen sürekli bir yerlere koşuyorsun ama belki de farkında olmadan aynı yerde dönüyorsun. Bazen durmak, sadece suyun seni taşımasına izin vermek demektir.”
Söylediklerini anlamaya çalışırken, ayaklarımdan geçen suyun serinliğini hissediyorum. Biraz daha rakı içiyorum.
“Kendi kendimin engeli miyim sence?”
diye soruyorum.
“Bazen sanki… her şeyi ben zorlaştırıyormuşum gibi geliyor.”
Ayna Adam hafifçe gülümsüyor,
“Evet,”
diyor yumuşak bir sesle,
“ama bu bir hata değil, bir süreç. Senin gibi düşünceli, meraklı bir zihin, sürekli bir şeyleri çözmeye çalışır, bu da bazen kendini düğümler. Kendi kendinin engeli olmak, aslında büyümenin bir parçası.”
Gözlerimi çam ağacının dalına takıyorum, yukarıdaki ampül rüzgarın hafif esintisiyle sallanıyor.
“Peki, bu düğümleri nasıl çözebilirim? Bebek adımlarıyla, ne yapmalıyım?”
O yine rakısından bir yudum alıyor, suya hafifçe dokunan bileklerine bakıyor.
“Bebek adımları… Minik, sade ve sana ait. Mesela, bugün sadece nefes almayı fark et. Yarın, bir düşünceyi yakala ve ona hükmetmeden serbest bırak. Sonra, küçük bir hedef belirle, büyük bir şey değil, sadece o anın hakkını verecek kadar. Belki bir gün sadece o kavun dilimini sakinlikle yersin. Bazen en büyük ilerleme, en küçük adımlarda gizlidir.”
Denizin üzerinde kızıllık hafifçe solarken, içimde bir huzur hissediyorum. Bu basit anın içinde bir cevap var, sanki.
Hep buradasın, değil mi?”
diyorum Ayna Adama, elimi hafifçe suya daldırarak.
Hafifçe sallanıyor, suyla bir oluyor gibi.
“Ben hep buradayım,” diyor gülümseyerek, “ama beni dinleyip dinlememek sana kalmış. Yeterince sessiz olduğunda, beni hep duyacaksın.”
Ampül hafifçe titriyor, dalgaların sesine karışan sessizlikte, masanın üzerinde duran peynir ve kavun dilimleri, bizi çevreleyen doğanın bir parçasıymış gibi duruyor. Sessizlik, içimde yeni sorular doğursa da, bir süreliğine huzur veriyor.
***
Sabah uyandığımda bunları net hatırlıyordum, kesinlikle Ayna Adam’la beraber o deniz kıyısındaydım. İyi gelmişti bu hastane odasından yapılan hayali yolculuk bana.
Şimdi birkaç hafta, fiziksel olarak zorunlu duruşa geçtim, belki ruhen de bunu yapabilirim.
Kimbilir…
Ne kadar sürç-ü lisan ettikse af fola, en uygun zamanda tekrar görüşmek üzere,
Eyvallah…
Not: Bu satırları yazarken, Edip Cansever’in Tomris Uyar’a ithafen yazdığı ‘Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir’ şiiri aklımdan çıkmadı. Ayna Adam’a bir isim vermek, tıpkı o şiirdeki gibi bir kimlik kazanma ve içsel bir dönüşüm töreniydi.
No Comments