Boyalı Kuş - Anıl Şakrak
16774
post-template-default,single,single-post,postid-16774,single-format-standard,ajax_fade,page_not_loaded,,qode-title-hidden,qode-theme-ver-9.1.3,wpb-js-composer js-comp-ver-4.11.2.1,vc_responsive

01 Haz Boyalı Kuş

Bir boyalı kuştum, boyalı kuş.

Hepimiz bu dizeleri Bulutsuzluk Özlemi’nin bir Şarkısı olarak biliriz.
Yaşça ufakken kütüphanedeki kitapları yazarları ile değil, kalınlıkları ve de isimleri ile tercih ederdik, en azından ben böyle yapardım. Sanırım ortaokul yıllarının sonunda idim, ilk Jerzy Kosinski kitabını okuduğumda. Daha Bulutsuzluk Özlemi’nden dinlememiştim.
İşte o zaman tanıştım “Boyalı Kuş” ‘luk mevzusuyla, tabi ki çok bir anlam da yükleyemedim. Ama aklımda derin iz bıraktı o boyalı güvercinin hikayesi.

Sonra üniversite yılları ve efsane Dost Kitapevi anıları;
Geçen sene bu zamanlarda bir nostalji  yapmıştım Ankara’da, 5 yılı bir saate sığdırılan rotada yürümüştüm  ve bunu sosyal medyamda paylaşmıştım. Belki biraz daha olgunlaştırarak Ankara günlüklerini “Bir Zamanlar Ankara’da” adı altında yazma vakti gelmiş de geçiyor galiba.

Neyse Dost Kitapevinin öğrenci dostu taksit uygulamalarıyla diğer Jerzy Kosinski kitaplarını da almıştım: Boşluk, Bir Yerde, Adımlar, Şeytan Ağacı.

Her biri en az Boyalı Kuş kadar güzel ve farklıydı.

Hele Peter Sellers’in efsane oyunculuğu ile ete kemiğe bürünen Bay Bahçıvan’ı unutmak mümkün mü? (1979 yapımı “Bir Yerde” kitabının “Being There – Merhaba Dünya – adlı film uyarlaması)

Peki neydi Boyalı Kuş’un alametifarikası;

Bir beyaz güvercini,

Süzülüp mavi göklerden yere doğruOmzuma bir beyaz güvercin konduAldım elime usul usul okşadımSevdim, gençliğimi yeniden yaşadım.

   Anıl Bey, lütfen Timur Selçuk’u ve beyaz güvercinini alıp yazıdan çıkar mısınız? 

Bir Beyaz güvercini, siyaha boyayıp kargaların yanına götürüp bırakırsan, orada barınamaz ve içgüdüsel olarak beyaz güvercinlerin yanına gider.
Orada ne mi olur?
Beyaz güvercinler bu kara güvercini kabul etmezler ve de onu parçalarlar.

Ne diyordu şarkıda;

Bir boyalı kuştum, boyalı kuş.

Yazıyı yazarken rastladım 2019 yapımı Boyalı Kuş adlı bir film varmış: bir tane daha film düştü izlenecekler bohçamın içine.


Seçimin ardından kendime söz verdiğim gibi televizyon seyretmedim. Bunun nedeni bu seçimin bir kazananı ya da kaybedeni olduğuna inanmadığımdan, takım tutar gibi yaklaşımımızdan memnun değilim. Benim için değerli olan zamanımı,

zaman kim için değerli değil ki Anıl Bey,

görüşü ne olursa olsun kendi kendilerini tatmin etmeye çalışan insanlardan oluşan, kıraathane muhabbetlerinin seviyesine bile ulaşmakta zorlanan ve adı tartışma programı olan monologlara denk gelerek  feda etmek istemememden olsa gerek, açmak istemedim .

Pazartesi akşamı eve gelince yemeğimi yedim ve bir film seyretmek istedim. Seçenekler fazla olunca insan ne seyredeceğini de bilmiyor ya da daha doğrusu karar veremiyor.

Anıl Bey;
kocaları kapsayan yazılı olmayan bir kuralında farkındasınızdır umarım; eşinizle bir film seyredecekseniz, o filmi ilk defa onunla seyretmelisiniz ama filmde bir sonraki sahneler hakkında görüşünüz ve öngörüleriniz olmalı. Bu öngörüler talep edildiğinde de koşulsuz ve yorumsuz paylaşabilmelisiniz. Koca olmak bunu gerektirir.

İç sesim sus artık, neyin peşindesin?
Yalancısındır bilirim ama sarhoşken hep sahicisindir.
Bizi Epimenides’in “Giritli paradoksu” ‘na sokma, hiç aklımızda yokken.

Hatırlamayan için; Giritli Epimenides “Tüm Giritliler Yalancıdır” diye bir ölümsüz ifade sunmuş. Bu ifadenin  büyüsüne kapılanları mavi ekranlarına kavuşturmuş. Bize bir şeyin ya doğru ya da yanlış olabileceğini öğreten dünyada, hem doğru hem de yanlış olabilmek.

Neyse, çok da riskli sularda yüzmenin bir anlamı yok.
Ben, bana verilen görevleri kabul ediyor ve görevlerimin üstünlüğüne inanıyorum.


2018 yılı yapımı “Green Book” filmi vizyona girdi o akşam bizim evde. İlk gösteriminde kaçırmıştım ama bu sefer ıskalamadım.

Filmin gerçek bir yaşam hikayesi olduğunu bilmiyordum. Ama filmde müzik vardı ve yol hikayesiydi. Her ikisi bile filmi seçmemde yeterli olmuştu.

Ne demişti Tolstoy;

Tüm muhteşem hikâyeler iki şekilde başlar: Ya bir insan bir yolculuğa çıkar, ya da şehre bir yabancı gelir.

Bu arada bu sözlerin Tolstoy’a ait olmadığını öğrendim. Ama olsun ben hala onun olduğuna inanıyorum. Bence ona daha çok yakışıyor.

İki zıt karakter yolculuğa çıkıyordu ve birer yabancı olarak şehirleri ziyaret ediyorlardı, vatandaşı oldukları ülkelerinde, birer yabancı olarak şehirleri ziyaret ediyorlardı.
1960’ların Amerika’sında ırkçılığın hala yaygın olduğu dönemde, çok ünlü bir piyano virtüözü olan Doktor lakaplı kahramanımız, İtalyan asıllı serseri ve içten içe ırkçı bir şoför eşliğinde Amerika’nın kalbine yolculuk yapıyorlardı.
Tabi ki harika mavi bir Amerikan arabasıyla.
Bu arada İtalyan serserimiz, canımız, ciğerimiz, kralımız “Aragorn” tarafından hayat buluyor.
Viggo Mortensen abimiz hangi karaktere bürünürse bürünsün, o her zaman “Aragorn” olarak bilinecek benim için.

Ahmet Telli ne demişti Anıl Bey;
“Büyük aşklar – dostluklar – yolculuklarla başlar
ve serüvenciler düşer bu yollara ancak”
Bir insanı en iyi yolda tanırsın değil mi?

Evet Anıl Bey, yol insana daha iyi tanıtır yanındakini,
hatta kendini.
Yolda olmak güzeldir.

Peki filmde neler gördüm ben;

Doktor tıpkı Postacı filminde Pablo Neruda’nın postacısındaki cevheri keşfetmesi gibi şoförünün içine bakabiliyor ve o cevheri çıkarıyor.

Şoförde, Cuma’nın Robinson Crusoe’ya yaptığı gibi doğal hayatı öğretiyor.

Filmi anlatmayacağım, ama filmin bir sahnesinde bir boyalı kuş belirdi ve bir çağrışım yaptı bana ve sonra bunlar kelimelere büründü.


Hepimiz farklı zaman ve mekanlarda Boyalı Kuş olmak zorunda kalabiliriz, kimimiz bunu fark etmez bile.

Arafta sıkışır kalırız, bazılarımız Araf’ta sıkışıp kaldığının bile fark etmez. O zaman sorun da olmaz tabi ama eğer farkındaysan, içinde bir ateş alev alır ve bir daha hiç sönmeden yanar durur.

Anıl Bey, öldüğünüzde ölü olduğunuzu bilmemeniz ve bunun başkaları için zor olması gibi bir şey mi bu? 

Bazen ne yapsan o maskeyi takmak zorundasındır, içine oturur kalır onun ağırlığı.
Küçük burjuva bir ailenin mensubuyken romantik devrimci gibi hissetmek, muhafazakar ya da deist bir insan iken farklı bir davranmak gibi bir şey.

Anıl Bey,
Aslında;
Tahir de olmak da ayıp değil Zühre olmakta…

Selam olsun Nazım Baba’ya

Mesele çıkabilmek için uğraş vermektir o araftan ve arınabilmek için çabalamak o sana ait olmayan renklerden.

Kendi rengini bulabilmek ve de o renkle kendini kabul ettirebilmektir.
Ama kabul etmiyorlarsa diye de başka renge bürünmeye çalışmamaktır.

Ne diyordu şarkıda Bulutsuzluk Özlemi;

Hep engellendim
Debelendim
Mahallede tektim
Ailede tektim

Umut ettim çok
Çok hayal kurdum
Yükseklerde uçtum

Birçok işe girdim
Birçok işten çıktım
Saçımı kesmedim hiç
Kravatım olmadı

Senin çok kravatın oldu Anıl Bey

Hem okudum çok
Hem de yazdım
Yapayalnızdım

Sen yalnız değilsin ama kalabalıklar içinde hep ıssız kalmak istedin Anıl Bey

Bi’ boyalı kuştum…

 

Boyalı ya da boyasız bu dünya sahnesinde kendi gibi kalabilenlere selam olsun…

Ne kadar sürçü lisan ettikse affola…

 

2 Comments
  • Barış Durum
    Posted at 10:32h, 01 Haziran Yanıtla

    Muhteşem bir yazı. Çok eğlendim ve aydınlandım. Hep başka pencerelerden farklı tarzda yazarak etkileme gibi bir huy edinmişsiniz Anıl bey ve iç sesi 👏🏼tebrik takdir

  • Yasin Musafir
    Posted at 08:14h, 02 Haziran Yanıtla

    Kendinizi kargaların arasındaki mi yoksa beyaz güvercinlerin arasında ki boyanmış güvercin olarak görüyorsunuz değerli kardeşim. Bazen Araf ta saklı bir orman gibi dışarıdan tehlikeli görünüp ancak hem dünyevi hem uhrevi kötülüklerden korunmanın bir yolu olabilir.
    Kalemine sağlık
    sevgilerimle

Post A Comment