27 Oca AnılSakrak Çıkmazının Hikayesi
İlk blog yazımı yazmak zordu ama ikincisinin bu kadar zor olacağını beklemiyordum. Yaşgünü yazımı yazdıktan sonra sürpriz bir yaşgünü partisine “maruz” bırakıldım her ne kadar bundan sonra artık yaşgünü kutlamak istemiyorum desem de. Organize bir tuzağın içine itildim; evde dansöz bile oynattılar benim için. Maalesef bu kayıtları sonrasında yakmak zorunda kaldık. Bu kadar ısınmadan sonra bugünkü yazıma gelebilirim.
Neden Bloğumun adı “Anıl Şakrak Çıkmazı”?
Bir önceki çalıştığım şirketin kurulumu sırasında geç saatlere kadar süren mesailerim oluyordu. ( Sanki şimdi farklı oluyormuş gibi yazdım iyi hissettirdi.) 28 Mart 2013’de, yine gece geç bir saatte işten çıkmış eve dönüyordum, daha doğrusu güvenlikteki arkadaşlar “abi sen eve gitmeyecek misin?” diye sorduklarında saatin kaç olduğunun farkına varmıştım. Manisa Organize’nin 4. kısmından eve doğru yola çıktığımda , yolda cadde isimlerine takıldı aklım bir anda, acaba benim ismim bir yerlere verilir miydi diye sordum kendime? Bizim yatırım dışında kimse olmadığı, ıssızlığın ortasında bir bina idik ve ilkbaharda fabrikadan gelen makina sesleri arasında çobanların dolaştırdıkları koyun sürülerinin çıngırak sesleri gelirdi pencereden dışarı baktığımda. Şimdi ise oradaki her parsel dolmuş hatta bu aralar yeni parseller açılıyor gelecek bir otomotiv fabrikası yatırımı için.
Anıl Şakrak Bulvarı ya da Anıl Şakrak Caddesi , o kadar büyük bir adam değilim ki adım bir caddeye verilsin benim, Bulvar ya da Cadde ismi Atatürk’dür benim ilk aklıma gelen ve gelmeye devam edecek olan.
Sokak desen biraz kişiliksiz geliyor bana; Numarada oluyor, çiçek de oluyor, İsim de.
İşte o an geldi aklıma “Anıl Şakrak Çıkmazı”; Daha derin anlamı olan daha gizemli hem de şiirsel. O gün karar vermiştim eğer adım bir yerlere verilecek ise bir çıkmaza verilsin. Baktım olmuyor bende kendi çıkmazı yarattım. Anıl Şakrak Çıkmazının hikayesi budur.
Resimde fabrikanın tarladan üretime geçişini anlatan “öncesi-sonrası” adlı güzel bir çalışmamdır.
Peki alt slogan niye “Bir Mühendisin Gündüz Düşleri”; 1992 yılı İrfan Tözüm imzalı bir film var, “Cazibe Hanımın Gündüz Düşleri” , filmi seyrettim mi hatırlamıyorum ama oradan esinlendim bu alt sloganı düşünürken.
Peki nedir bu mühendisin gündüz düşleri? Ben bir mühendisim her ne kadar uzun yıllardır mühendislik yapmasamda hayatımın her evresinde mühendislik eğitiminin bana sağladığı analitik düşünme ve sorgulama yetkinliklerini kullanmaktayım. Bir daha şansım olsaydı yine mühendislik okurdum hatta yine aynı üniversitede okurdum. Ama bu analitik, her şeyi sorgulayarak yaşamak, Zweig’in Satranç kitabındaki gibi kafanda kendine karşı satranç oynamak gibi bir şey. Bazen kaçıp kurtulmak lazım bundan. İşte bu gün içerisinde kah araba kullanırken kah bir şeyler okurken, bir müzik tınısı veya bir söz ile birden kısa süreli bir düşsel seyahat yapmaya verdiğim isim benim bu. Kısa süreli savunmasız düş görmeler.
Cumartesi 25 Ocak idi, benim için önemli bir insan olan Genel Müdürüm, Abim ve Kardeşim Nuri Ünver’in doğum günü. Yıllar önce onunla beraber çalışırken bana geleceğe yönelik kariyer planımın ne olduğunu sorduğunda ona onun olduğu yaştan daha önce genel müdür olmak isteğimi söylemiştim. Bana bu nasıl olacak dediğimde ya sen terfi edip başka yerlere gideceksin ya da ben başka yere gideceğim demiştim.
Bu blogun isminin verilmesinde önemli bir yere sahip olan bir önceki şirketimde genel müdür olduğumda bana o hatırlatmıştı bunu “aferin yaptın” diye. Görüştüğü yeni bir kariyer fırsatı için beni referans olarak gösterdiğinde ne kadar gurur duyduğumu kelimelerle ifade edememiştim ne ona ne de kendime. Kariyer basamaklarını tırmanırken ondan kalan birçok tecrübe var hayatıma adapte ettiğim. Ama en önemlisi hep kulaklarımda “Yükseldikçe daha yalnızlaşırsın”. Her sene daha iyi anlıyorum bu kalabalıklar içinde nasıl ıssızlaştığımı.
İlk Fotoğraf 2008 yılının 25 Ocağında Nuri’nin yaşgününde çekildi. Efsane bir kadronun bir parçası olmak ne kadar güzel bir şeymiş bu resme baktıkça daha iyi hatırlıyor insan. Fotoğrafı çeken ben olduğum için maalesef ben yokum tabiki. O zamanlar daha selfie nedir bilmiyorduk. Başkasına çektirmeyi de akıl edememişiz o da ayrı bir konu.
2010 yılı Kasım ayında Londra iş seyahatinden bir kaç anı, hatta bir tanesi Beatles’ın Abbey Road Cross Street’e de benzemiş ama açıyı tutturamamışız. Çok efsane bir de Çin Seyahatim vardı Nuri Abiyle, onu da başka bir gezi yazısında paylaşırım artık. Işıklar içinde uyusun…
Vefatı sonrasında duygularımı kağıda dökmek istemiştim, ancak bunlar çıkabilmişti,
Facebook Paylaşımım
Ne kadar sürç-ü lisan ettikse affola, haftaya görüşmek üzere, Eyvallah…
No Comments