
26 Haz Yedi Günah
Yedi Günah – İçimizdeki Çatlağın Atlası
Bazı haritalar gideceğin yeri göstermez, kaçamayacağın yeri fısıldar. İçinde yön değil, yalnızlık biriktiren çizgiler vardır; sanki her yol, sessizce içindeki en karanlık odaya çıkmak için döşenmiştir.
İçimizde öyle bir harita var: çatlaklarla dolu, pusulası kırık, yolları hep kendine çıkan.
Yedi büyük günah, işte o haritanın kıymığı.
Ne zaman bir şey isteriz, ne zaman birini kıskanırız, ne zaman “ben” deriz çokça, bir yerlerinden kanar o pusulasız kâğıt.
Yedi günah, ha? Bizim mahallede herkes birine tutunur. Sen hangisisin? Ya da hangisine en çok kaybettin?
Bilmiyorum. Belki kıskançlık. Belki de tembellik. Ya da kibir, fark ettirmeden yüzüne yerleşen.
Yedi büyük günah — Latincesiyle septem peccata mortalia — ilk kez 4. yüzyılda Evagrius Ponticus tarafından sınıflandırıldı; ruhun Tanrı’ya yaklaşmasını engelleyen başlıca manevi hastalıkları teşhis etmek istiyordu.
Sonrasında Papa I. Gregorius tarafından bugünkü haliyle Katolik öğretisine yerleştirildi.
Bu günahlar, insan ruhunu kemiren, onu Tanrı’dan ve kendi öz hakikatinden uzaklaştıran eğilimler olarak görülür.
İşte o Yedi Başlı Canavar:
1. Kibir (Superbia) – Kendini tanrılaştırmak. Başkalarının üstüne çıkmak, hatta Tanrı’nın yerine göz dikmek. Lucifer’in düşüşüdür bu, Prometheus’un zinciri.
2. Açgözlülük (Avaritia)– Her şey benim olsun. Kalpteki boşluğu maddelerle doldurma çabası. Midas’ın laneti.
3. Şehvet (Luxuria)– Bedene duyulan arzunun ruhu silikleştirmesi. Aşkın ilahlaştığı yerde tapınılan bir gölge.
4. Kıskançlık (Invidia)– Başkasının iyiliğine göz dikmek, onu istemek değil sadece, ondan nefret etmek. Kabil’in Habil’e baktığı göz.
5. Oburluk (Gula)– Tüketmenin kendisiyle tatmin olmak. Zevkten ibaret bir cehennem yaratmak.
6. Öfke (Ira)– Kontrolsüz enerji. Yıkıcı bir tanrının içimizde uyanması.
7. Tembellik (Acedia)– Ruhun donması. Yaşamak istememek. Dante’nin cehenneminde kıpırtısız yatan ruhların sessizliği.
Edebiyatın da sinemanın da en çok sevdiği malzemelerdendir bu karanlık.
Çünkü her karakter biraz kibirlidir, biraz arzulu, biraz tembel… ve en çok da kıskanç.
Belki de bu yüzdendir, her film, her kitap bu 7 malzemenin farklı karışımları ile sunuluyor bize.
Ayna Adam’la birlikte, her bir günahın üzerine yürümeye çalıştım bir gece.
Hangisinden başlamalıyız?
En çok kanayan yerden.
Hangisiyse o, önce onunla yüzleşeceğiz.
– Belki Taksim’de bir bar taburesinde otururken tanıyacağız şehveti.
– Belki bir CEO’nun sabah kahvesinde bulacağız açgözlülüğü.
– Ya da bir çocuğun elinden oyuncağını alan diğer çocukta göreceğiz kıskançlığı.
Her biri bir çatlak, ama her biri aynı zamanda bir çıkış kapısı.
Çünkü fark etmek, günahın yarattığı o sinsi karanlığa bir delik açmaktır.
Bunu bir din dersi gibi okumayacağız.
Bu bir roman, bir film, bir şiir gibi olacak.
Anna Karenina’nın şehvetiyle, Raskolnikov’un kibrinde, Michael Corleone’un açgözlülüğünde, Salieri’nin kıskançlığında yürek atışlarımızı duyacağız.
Bu yedi günah, aslında insan hikâyesinin temel renkleridir.
Her biri, kalbimizde açılan bir pencere gibi; bazısı geceyi gösterir, bazısı yalnızca kendimizi.
Edebiyat ve sinema, bu pencerelerden içeri bakmakta yıllardır.
Virginia Woolf’un Mrs. Dalloway’inde Clarissa, zamanın ağırlığı altında ezilirken içsel bir tembellik hissiyle yüzleşir.
Tembellik burada, yalnızca hareketsizlik değil, yaşamın içinden geçen bir hissizliğin gölgesidir.
Thomas Harris’in Hannibal’ında açgözlülük yalnızca maddi olanı istemek değildir; başka bir zihni, başka bir varoluşu ele geçirme çabasıdır.
Hannibal Lecter, karanlık bir entelektüel açlıktır.
Dostoyevski’nin Yeraltından Notlar‘ı, öfkeyi içselleştiren adamın portresidir.
Bir taş gibi içe gömülen öfke, zamanla kendine karşı yönelen bir kırbaç olur.
Raskolnikov’un kibrinde ise yalnızca bir adamın değil, insanın Tanrı’ya kafa tutma çabası vardır.
David Fincher’ın Se7en filmi bu günahların modern bir ikonografisidir.
Katil, kurbanlarını bu yedi günahtan birini işlemiş olmaları nedeniyle seçer.
Günah, burada hem suçtur hem de hakikat.
Aşkın şehvetle nasıl bulandığını, Anna Karenina‘da Tolstoy fısıltıyla değil, çığlıkla anlatır.
Anna’nın arzusu bir haykırış, bir kaçıştır aynı zamanda.
Salieri’nin Amadeus’ta Mozart’a duyduğu kıskançlık, yetenek karşısında yetersizliğin laneti gibidir.
Kabil’in Habil’e bakışı gibi; yok etmek değil, yok olma korkusudur altında yatan.
Bu örnekler gösteriyor ki, günah dediğimiz şey yalnızca Tanrı’ya başkaldırı değil, insanın kendi derinliğine duyduğu korkudur.
“Günah, sadece Tanrı’ya karşı işlenmez. Bazen insan, kendine en büyük ihaneti arzularıyla eder.”
Yedi büyük günah, aslında yedi büyük sorudur: “Kimsin sen?”
Her azizin bir geçmişi, her günahkârın bir geleceği vardır.
No Comments