
26 Nis Beklemek : Zamanın Kıyısında Kurulan Sessiz Bir Çadır
Ve biz, belki gelir diye, yokluğuna sandalyeler ayırdık…
Zamanın ortasına kurulmuş bir iskemlede otururuz bazen. Ne ileri gideriz, ne geri…
Bir boşluk olur gövdemizde, neyle dolacağını bilmeden büyütürüz onu. İşte bu hâle “beklemek” derler.
Ama nedir beklemek?
Bir mektubun postacıya emanet ettiği kalp mi?
Bir otobüs durağında sonsuzca bakan göz mü?
Yoksa Godot’yu bekleyen iki adam gibi, gelmeyeceğini bildiğimiz halde direnişin adı mı?
Beklemek çoğu zaman bir inanıştır.
Umutla sarılan bir sabır;
Ümit etmekle yanılmak arasında incecik bir ip.
Ve bazen, sırf beklemekle var olur insan.
Beklemek bazen şöyle fısıldar içimizde:
Belki gelmez. Belki zaten hiç olmamıştır. Ama biz beklemesek, neye inanırız sonra?
Beklemek Bir Dua Gibidir
Kimi zaman, göğe bakarken kurulan en sessiz dualardan biridir beklemek.
Çünkü birini ya da bir şeyi beklemek; onu olmuş gibi sevmektir.
Bir annenin, uykusuz gecelerde
çocuğunun ateşinin düşmesini beklemesi gibi.
Bir işçinin, vardiyası bitince
evine dönerken taşıdığı yorgunluk gibi.
Bir âşığın, cevapsız mesajlar arasında
“belki bugün döner” diye düşündüğü akşam saatleri gibi.
Ve bazen, beklemek bir çocuğun yakasına asılı kalmış bir elveda olur. İsmail Abi’nin deniz kenarında çocukluğunun hayalini beklemesi gibi:
Gelcem dedi çünkü. Gelmem deseydi beklemezdim.
Niye gelcem desin ki gelmeyecek olsa…
Bir kuru yük gemisi gelir mi bilinmez. Ama birinin onu beklemesi, zamana tutulmuş bir sözün en insan halidir.
Beklemek çoğu zaman görünmezdir.
Ama içimizdeki en kalabalık duygudur.
Ve Beklenen…
Peki ya geldiğinde?
Her zaman beklediğimize değer mi?
Değmezse de güzeldir beklerken kalbini tutuşa tutuşa yaşamak.
Önemli olan kimin için beklediğin değil, nasıl beklediğindir.
Çünkü bazen, beklediğin gelir ama seni sende bulamaz.
Sen çoktan başka bir zamanın yolcusu olmuşundur.
Ve gelenin adı gecikmiş olur.
Ve bazen beklemek, gelmeyecek birini unutmamaktır. Tıpkı Ali gibi.
Yirmi dört yıldır aynı durakta bekledi Ebru’yu. Bir zamanlar bir aşk ritüeli olan bu durak, zamanla bir anma alanına dönüştü. Otobüsler geldi, yolcular geçti. Ama Ali hep oradaydı. Bir bankta, sevdiği kadının hatırasının bekçiliğini yapıyordu.
Bir zamanlar aşkın durağı olan yer, şimdi anının nöbet yeri olmuştu.
Ve belki de Ali, beklerken sadece Ebru’yu değil, birlikte bakacakları göğü de bekliyordu. Turgut Uyar’la aynı durağta oturur gibiydi bazen.
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al da
Şu yosun ellerimi şu telaşımı al da
Bir bakışla iyileştir
Göğe bakalım…
Godot Hiç Gelmeyebilir
Samuel Beckett’in “Godot’yu Beklerken” adlı oyununda, iki adam Godot adında birini bekler.
Ama Godot hiç gelmez.
Ve biz izleyenler, bir süre sonra şunu fark ederiz:
Oyun, gelenle değil; bekleyenle ilgilidir.
Çünkü beklemek bir eylem değil, bir varoluş biçimidir.
Beklerken düşünürüz.
Beklerken düş kurarız.
Beklerken büyürüz.
Ve bazen sadece beklerken kendimiz oluruz.
Son Söz Yerine:
Belki de beklemek,
Hiç gelmeyecek bir şeyin bizde bıraktığı en güzel izdir.
Belki Godot hiç gelmeyecek.
Ama onun geleceğine inandığımız o an,
kalbimizde yankılanan en gerçek zaman olacaktır
Ve şimdi sana sormak isterim:
Hangi durakta unuttun en son bakılmamış bir göğü,
hangi geminin gelişine adadın uykusuz bekleyişlerini?
Pedal.Beygiri
Posted at 20:24h, 26 NisanGeleceğim, bekle dedi, gitti… Ben beklemedim, o da gelmedi. Ölüm gibi bir şey oldu… Ama kimse ölmedi.
Hasan Kemahlı
Posted at 22:28h, 26 Nisan❤️❤️❤️