
28 Haz Kaybolmak
Bir Haritanın Ötesinde
Bir haritanın sınırlarının ötesinde, bilinmezliğin başladığı yerde filizlenir kaybolmak.
Yolların, tabelaların ve pusulaların sustuğu o an…
İnsan bir şehrin labirentvari sokaklarında kaybolabilir, bir ormanın derinliklerinde yönünü yitirebilir.
Ama en derin kayboluş, ruhunun karmaşık patikalarında yolunu şaşırmaktır.
Kaybolmak, sadece fiziksel bir yön kaybı değil; ruhun derin vadilerinde sessizce savrulmasıdır.
Bazen insan bilerek kaybolur; bazen de fark ettiğinde geri dönüş imkansızdır.
Belki de insan, kaybolmadan kendini bulamaz.
Kaybolmak, bir yolun sonu değil; yeniden başlamanın başka bir biçimidir.
Çünkü bazen, var olmanın ilk adımı yok olmaktan geçer.
Kaybolmak, sadece yolunu şaşırmak değildir.
Bazen bir çiçeğin tohuma dönüşüp bilinmezliğe düşmesi, bazen de bir bulutun nereye savrulacağını bilememesidir.
İnsan da içinde büyüyen bilinmezliğin kenarında kaybolarak varlığının sınırlarını keşfeder.
Bazen kalabalıkların boğucu ışıklarından kaçmak için; bazen alışkanlıkların paslı zincirlerinden kurtulmak için bilerek kaybolur.
“Kaçış mıdır bu? Yoksa gerçek bir varoluş çabası mı?”
Kaybolmak, ait olmadığı bir dünyaya meydan okumaktır bazen.
Bir fırtınanın ortasında pusulasız kalmak gibi; ya da denize salınıp bilinmeyen bir kıyıya vurmaya razı olmak gibi.
Sorular belirir zihinde:
- “Gerçekten bıraktın mı ipin ucunu?”
- “Yoksa hep bir bağlantının körelmiş ucunda mı salınıyorsun?”
Ayna Adam bu kez bir soru sormuyor. Bir hikâye anlatıyor, usulca:
“Bir zamanlar, her şeyi bıraktığını sanan bir adam vardı. Göğsünde taşıdığı küçük bir düğüm vardı; ne görünür, ne çözülürdü. O düğümle yürüdü, düğümle kayboldu. Kendini bulduğunda bile, o düğüm oradaydı.”
Sonra aynadan bir fısıltı:
“Kaybolduğunu sandığın her adımda, kendine mi yaklaşıyordun? Yoksa hep aynı labirentin aynı duvarlarına mı çarpıyordun?”
Ve bir ek daha:
“Bazen kayboluş, sadece aynı yerde dönüp durmaktır.”
Bir sokağın lambası sönüyor içimde.
Belki de kaybolmak, özüne dönmenin en hüzünlü yoludur.
O karanlıkta, insan kendinin yankısını arar.
Kaç ruh kendi yankısını bulamadan sürüklenir bilinmezliğe?
“Bir adın kalmalı geriye, bir de o kahreden gurbet…”
En büyük gurbet belki de insanın kendine olan uzaklığıdır.
Robert Frost’un sözleri, kaybolmuşların fısıltısı gibi yükselir:
“Ormanda yol ikiye ayrıldı, Ve ben daha az gidileni seçtim. Ve bu, bütün farkı yarattı.”
Ayna Adam bu kez cevap veriyor:
“Belki de yolları seçmek mesele değil; mesele kaybolmaya cesaret edip etmediğindir.
Herkes bir yol bulur, ama herkes kendini bulamaz.”
Kaybolmak, bir şiir yazmak gibidir.
Kelimeler dağılır, dizeler çatallanır, ama sonunda anlam kendi yolunu bulur.
Ve insan, kayboldukça kendini yazan bir şiire dönür.
“Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar.” — İsmet Özel,
Yaşamak bazen kaybolarak başlar.
Ve bazen, en güzel haritalar, en derin kayboluşlarda çizilir.
Kayboldukça var olur insan.
Yoksa var olabilmek için mi kaybolur?
Nazmiye Yurtçu
Posted at 08:16h, 29 Haziran🙏