17 Oca Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Yazı
Ne demişti Edip Baba “Yaş Değiştirme Törenine Yetişen Öyle Bir Şiir”de;
Bir adın vardı senin, Tomris Uyar’dı
Adını yenile bu yıl, ama bak Tomris Uyar olsun gene.
Bir yaş değiştirme törenine yetişen öylesine bir yazı bu da.
17.533 gün olmuş hayata gözlerimi açalı, yani tam 48 yıl.
Bu sene de, adım Anıl olarak bir yaş değiştirme törenine daha tanık oluyorum.
***
İnsan zaman geçtikçe yaş değiştirme törenlerine daha farklı bakar oluyor. Geriye dönüp yaşadıklarına farklı anlamlar yüklemek istiyor, ama hatırlamakta zorlanıyor.
Yazmak ise bunları hatırlamayı kolaylaştırıyor. Bende bu sene böyle yapmak istedim.
Tıpkı başta söylediğim gibi; yaş değiştirme törenine yetişen öylesine bir yazı bu.
***
İlkokul yıllarında yaş değiştirme törenleri kadınlar matinesi gibi olurdu. Annem, annelerini bildiği arkadaşlarımı anneleriyle çağırır ve pasta kesilirdi. Kesinlikle pasta hep beraber üflenir ve sonunda da o günün hatırasına toplu bir fotoğraf çekilirdi.
En ufak çocuğun ayağı pastaya sokulur ve sanki o yapmış gibi eğlenilirdi.
Ortaokul yıllarında ise, annelerin çocukları evde yalnız bırakıp beraber eğlenmelerine izin verdikleri masum ev partileri olurdu. Geçenlerde eski kamera kasetlerini dijitaleleştirdiğimde bir tanesinin kaydını tekrardan izleme fırsatım oldu. Ne kadar çocukmuşuz.
Yaş ilerledikçe bu ev partilerine votkalı punch’lar ve salakça yapılan danslar eklenmişti.
Çocukluğumda bu ev partilerine Bonjour ya da Efes Pasta fırınından yaptırılan pasta eşlik ederdi. Akşamına ise göreceli olarak daha ufak bir pasta, ailecek kesilirdi. Bu pasta törenine ise kesin amca-hala gibi yakın aile çevresi de davet edilir ve akşam yemeğinin sonrası türk kahvesi sırasında pasta kesilir ve farklı kombinasyonlarda fotoğraflar çekilirdi. Analog bir dünya da nasıl çıktığını haftalar sonra öğreneceğimiz 36 pozluk anılar.
Yaş aldıkça aile ile yapılan bu törenler, dışarıda arkadaşlarla yapılır oldu.
***
En enteresan, akılda kalan yaş değiştirme törenim neydi diye sordum kendime bu yazıyı yazma fikri kafamda oluştuğunda.
40 yaşını, 24 saatin üstünde kutlamıştım dostlarımla. İsviçre’de başlayan yaşgünüm, Paris Havalimanında devam etti, oradan okyanusu geçtik ve Meksika-Cancun’da sonlandı. Seyahat dönüşünde, Burcu’m, aşkım, ailemi ve tüm arkadaşlarımı organize ettiği ve Uğur’un yönetmenliğini konuşturduğu bir video ile de ödüllendirilmiştim.
45 yaşında evde sürpriz partiye kurban gittim. Şirkette arkadaşlar beni işte oyaladılar, eve geldiğimde ise dostlarım viski dolabımı patlatmış beni bekliyorlardı. Buraya kadar her şey masumdu, ta ki dansözün elinde pasta ile bana doğru geldiğini gördüğümde kumpasın büyüklüğünün farkına vardım ve karşısında şapka çıkardım. İyi dostlar biriktirmişim, bu görüntülerin hiçbiri basına sızmadı.
25, 30 ve 35’inci yaş değiştirme törenlerini hatırlamaya çalıştım ama bir şey çağrışmadı kafamda.
Yirmi beşinci yaş dönüm 2000 yılında denk geliyordu. Otuzuncusu kızımın doğumundan tam 16 gün önceydi. Otuz beşincisi ise hayatımın çok karmaşık bir dönemiydi.
Ama bir yirminci yaş değiştirme törenim hayatımın en sıra dışı bir günüydü. Artık bunun da Anıl Şakrak Çıkmazı’nda yerini alması lazım.
***
Yıl 1995, Ankara.
Üniversitede ikinci yılım, 17 Ocak günü saat 9’da Üçlü Anfi’de yapılacak Fizik 101 finalinden sonra yarı yıl tatili başlıyor. Celal ile hemen plan yapıldı;
“Sınav sonrası hemen Sunshine’dan Pamukkale Turizm 12:30 otobüsü ile yola çıkarsak akşam 10’da Kordon’da bira içebiliriz.”
İzmir’de o kadar ortak arkadaşımız varken, bir tesadüfen eseri Odtü’de tanışmıştık Celal’le. Bilgisayar dersinde hoca gelecek hafta yapacağı dersi, bu haftaki ile blok yaptığını söylemesiyle aynı anda sınıftan iki kişi, o zaman İzmir’e kaçarız dedi; biri ben, biri de Celal.
– Anıl Bey hayatta tesadüf diye bir şey yoktur. Sadece zamanı gelmemiştir.
– Biliyorum iç sesim, biliyorum; bugün senin de başlangıcına iniyoruz merak etme.
Ben ikinci yurtta 503 nolu odada kalıyorum, Celal, Hızıroğlu Erkek yurdunda.
Gerçi ilk sene altıncı yurtta kalmıştım. Almanya’dan kızım gelecek diyerek kız yurduna dönüştürdüler önce sonra karışık yurt olmuştu. Şimdi ne oldu en ufak bir bilgim yok.
16 Ocak Akşamı, soğuk ama açık bir hava vardı. Geçen hafta üst üste bir sürü sınava girmiştim. Bir sene Odtü Tatil tesislerinde hazırlık adı altında geçirdiğim tatil sonrası, artık dersler başlamış ve “uzun tatil” sonrası adapte olmanın verdiği zorlukları yaşıyordum.
Şimdi hatırladım, bir önceki hafta aynı gün 2 finale girip, ertesi günkü finale çalışmak yerine dolmuşa atlayıp Kızılay’a gitmiştim. Anlamsızca dolaşırken Kunter’lerle karşılaşmış ve tesadüfen “Olağan Şüpheliler” filmine gitmiştim. Sinemanın adını hatırlamaya çalıştım ama olmadı. Necatibey caddesine doğru olduğunu hatırlıyorum. Çünkü dolmuşlardan inip Dost kitapevi tarafına doğru yürümemiştim.
– Yine konudan koptun Anıl Bey. Artık 17 Ocak’a gelebilsek diyordum.
– Geliyoruz ama unutma şeytan ayrıntılarda gizlidir.
İkinci Yurt 503 nolu oda, efsane bir odaydı tıpkı her kesin yurt odasının olduğu gibi. Oda kütüphanemizi kurmuştuk, bazen ders çalışmak yerine onca zamandır sıramızı beklediğimiz kitaba yamulurduk. Benim ilk final dönemine Umberto Eco’da “Gülün Adı” gelmişti. 7 günü anlatan kitabı 7 günde bitirmiştim, hem de final haftasında.
İşte 16 Ocak akşamı, ÇS’de yarınki finale son bir kez daha baktıktan sonra 2 gibi yatağa giderek kitabın sonuna daldım.
– Anıl Bey herkes nereden bilecek Ç.S.’yi: bilmeyenler için Çalışma Salonu. Hayatın boyunca en fazla 5 kere gitmişsindir ama çok iyi biliyormuş gibi anlatıyorsun.
Tabi ki, sabah çok zor uyandım. Uyku sersemi yurdun penceresinden baktığımda ise şok olmuştum. Her yer bembeyazdı, ama öyle kar atıştırmış gibi değil, biz uyurken bayağı yağmış diz boyuna ulaşmış. Kar’ı sadece Uludağ’a geldiğinde görebilen, İzmir’de Kar’ımsı yağdığında heyecandan ne yapacağını bilmeyen ben, tabi ki beyaz örtüye çok sevinmiştim.
Yıllar içinde o beyaz örtünün hiç masum olmadığını, hele bir de gece soğuğu yediğinde bıçak gibi olduğunu düşerek, ya da arabayı üçüncü viteste kaydırarak kaldırmaya çalıştığımda öğrendim.
Telaş ve o masum beyaz örtünün büyüsü içerisinde Üçlü Anfi’de yerimizi aldık. Çantalar akşamdan hazırlanıp, Sunshine’da Pamukkale ofisine bırakıldığından, sınav çıkışı için bir kaygımız yok, sınav hariç.
Celal’le sürekli göz teması içerisideyiz; kopya çekmek için değil, otobüsü kaçırmamak için. Sınava başladık, zaten Üçlü Anfi değil ders, bir sınav için bile çok saçma bir yer. Orada en güzel anılarım cuma akşamları sinema geceleriydi.
Sınava 08:40 de başladık, ya da öyle hatırlıyorum ama saat 12’de çıkmazsak otobüse yetişme şansımız yoktu, onu çok iyi hatırlıyorum.
Sınavın ikinci saatinde arkamdan biri Anıl diye seslendi, işte içimdeki sesle o gün tanıştım. Sürekli olarak arkama baktığımdan rahatsız olan asistan arkamda dikildi. Neyse konumuz o değil.
– Evet Anıl Bey daha sınavdan çıkamadınız, önünüzde daha koca bir Ankara – İzmir otobüs yolculuğu var.
11:30 gibi yine bana seslenildi, arkama baktığımda Celal ile göz göze geldim, bir şey söylemedi ama aynı anda kalktık ve sınav kağıtlarını verip koşarak salonu terk ettik. Bu koşu yurtlar bölgesine kadar devam etti.
Kelimelere ihtiyaç duymadan anlaşmamız diğer derslerde de devam etti özellikle de kimya dersi laboratuarlarında.
Otobüse bindiğimizde ise kaygılıydı, çünkü bütün yol karla kaplıydı. Yanımızda bir çift çıkışlı walkman, Beach Boys’un Surfin’ USA albümü (diğer kasetleri hatırlamıyorum), 4 adet kalem pilimiz ve bir BIC marka mürekkebi bitmiş tükenmez kalemimiz (acaba neden) vardı.
Afyon’a kadar sorunsuz geldik, “bundan sonrası artık rahat” diye sohbet ediyorduk. Afyon’da sürpriz yaptığım annemlere kaymaklı ekmek kadayıfı ve birer pakette tahta bisküvi (eti form) aldık. Dün akşamın uykusuzluğundan olacak ekstra pil almadık, uyuyalım-dinlenelim akşam kordon’da bira içecez hayallerini kurmaya devam ediyorduk.
Afyon’dan harekette arkamızda yalnız oturan amcanın yanına Uşak’a kadar bir yol arkadaşı gelmişti.
Başımıza geleceklerin farkında değildik. Yeni yolcumuz, arabanın hareketi ile Almanya’da yaşayan oğlunun ne kadar yetenekli olduğunu anlatmaya başladı yanındaki kurbana. Önceleri yorumlarla Türk Super Mario Bros’un hikayelerine yorum yapan kurbanımızın, birinci saat sonrasında yan koltuktaki amcanın beyin ölümünün gerçekleşmesinde olacak, bu sefer bize sarkmaya başladı;
Ne okuduğumuzu, okul bitince ne olacağımıza takıldı. Her cevap, tabi ki oğlunun ne mühendisleri cebinden çıkardığına bağlandı.
Aklımızda tek soru vardı, Uşak’a kadar piller bize yetecek miydi?
Sonra araba yavaşlamaya başladı ve durdu. İlk on dakika çok da önemsemedik, ama sonrasında kaptan otobüsü stop ettirince, maceranın yeni başladığını anladık.
Afyon-Uşak arasında bir tır devrilmişti ve tipi fırtınasından dolayı araç kaldırılamıyordu. Tabi biz bunları sonra öğrenecektik. Ne cep telefonu ne de araç telefonu vardı.
20. Yaş değiştirme törenimi akşam Kordon’da arkadaşlarımla bira içerek kutlamanın hayalini kurarken, Afyon-Uşak karayolunda Super Mario Bros’un babasının hiç durmadan oğlu hakkında konuşmalarını dinlerken bulmuştuk kendimizi.
Soğuktan çantalarımızda ne varsa üst üste giyerek birer lahanaya benzemiştik.
Dışarıda kar fırtınası, bizim kulağımızda “California Dreaming”.
Kordon’da patates kızartması hayali ile Afyon’da yemek yememiştik.
Şimdi ise eti form üzerinde kaymaklı ekmek kadayıfına talim ediyorduk.
Saat akşam 10’da Kordon’da olma hayali ertesi gün sabah 8’de İzmir otogarına aç, bitap ve donmuş bir şekilde sonuçlanmıştı.
***
Daha ne kadar yaş değiştirme töreni yaşarım bilmiyorum ama her biri -hatırlamadıklarım bile- çok güzeldi.
Bu arada Yaş Değiştirme Töreni ne kadar güzel bir tanımlama olmuş; yaş günü, doğum günü, yaşlanma, yeni yaş alma vb… tüm tanımların yanında nasıl da şık duruyor ustanın ki.
Bazı dostlarımı bilerek yaş günlerinden bir gün sonra arar ve aldığı yeni yaşın hayırlı olmasını, alışıp alışmadığını ve de eskisini ne yaptığını sorarım. Şimdi düşünüyorum da bizler yaş almıyoruz, yaş değiştiriyoruz, yani yaşlanmıyoruz, demleniyoruz.
Ocak 2022 Oksijen gazetesinde, bunu okuduğumda beni biraz kaygılandırmıştı ama şimdi umutlandırıyor, sonuçta en zorunu geçmişim gibi gözüküyor;
En mutsuz olduğumuz yaş 47.
Mutluluk Eğrisi ölçeğine göre yaşam doyumumuz 23 ile 47 yaş arasında azalıyor. 45-50 arasında dibe vurup sonra düzlüğe çıkıyoruz. 50’li yaşlardakiler 40’larındakilerden, 60’lıklar 50’lilerden daha mutlu. Yaşlandıkça mesele toplumun görüşleri değil, kendine dürüst davranmakla oluyor. – Dr. Mark Hyman
***
Bu yıl tesadüfen bir yazarla tanıştım, yanlış anlaşılmasın bir kitabını sadece adaş olduğumuz için aldım. Yaş değiştirme törenine yetişen bu yazımı, o kitaptan çok sevdiğim bir alıntı ile tamamlayabilirim artık.
Müsvedde hayatlar yaşıyoruz, öylesine ciddiye almadan, özenmeden. Hep bir gün toparlarız düşüncesi var kafamızda. Hepimiz hiçbir zaman gelmemiş ve gelmeyecek o gün umuduyla yaşıyoruz. Ben artık müsvedde bir hayat yaşamak istemiyorum.
Hikmet Anıl Öztekin – Ne İçin Varsan, Onun İçin Yaşa.
Önümüzdeki günlerde, kahramanımızı ne tür sürprizler bekliyor bilmiyorum ama bildiğim tek şey artık, müsvedde bir yaş-yaşam istemiyorum bu yeni değiştirdiğim yaşımda.
Bakalım yenisini değiştirme zamanı geldiğinde Gelir-Gider tablom ne diyecek bu hedefime dair?
Ne kadar sürç’ü lisan ettikse affola…
Hasan Kemahlı
Posted at 23:32h, 18 OcakSeni seviyoruz üstad ❤️
Mine Çertuğ
Posted at 01:12h, 05 ŞubatBundan sonra her değiştirdiğin yaşın sana, “ “bugüne kadar değiştirdiğim en muhteşem yaş buydu!! “ hissini vermesi dileği ile…